Ankara Cinsel Suçlar Avukatı ve Cinsel Dokunulmazlığa Karşı İşlenen Suçlar

ankara cinsel suçlar avukatı

Ankara Cinsel Suçlar Avukatı ve Cinsel Dokunulmazlığa Karşı İşlenen Suçlar

Ankara Cinsel Suçlar Avukatı ve Cinsel Dokunulmazlığa Karşı İşlenen Suçlar 960 524 Yasemin Berna Aslanbay

Cinsel suçlar, bireyin en temel haklarından biri olan cinsel dokunulmazlığını ve bedensel bütünlüğünü korumaya yönelik olarak düzenlenen ve mağdurun rızası dışında gerçekleştirilen eylemleri ifade eder. Bu suçlar, insan onurunu, cinsel özgürlüğü ve kişisel güvenliği doğrudan hedef aldıkları için, ceza hukukunun en ciddi yaptırımları ile karşılık bulur. Türk hukuk sisteminde cinsel suçlar, yalnızca fiziksel saldırılardan ibaret olmayıp, aynı zamanda sözle, davranışla ya da psikolojik manipülasyon yoluyla gerçekleştirilen her türlü rıza dışı cinsel eylemi kapsar. Türk  Ceza Kanunu, cinsel suçları “Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlar” başlığı altında 102 ila 105. maddeler arasında sistematik biçimde düzenlemiştir. Bu düzenlemeler, mağdurun yaşı (çocuk/yetişkin), failin mağdurla ilişkisi, eylemin şekli ve sonuçları gibi birçok kriter gözetilerek ayrıntılandırılmıştır. Ayrıca, bazı özel hükümler ve bağlantılı suçlar da TCK’nın farklı maddelerinde yer almaktadır. Böylesine ciddi ve karmaşık bir hukuki alanda, sürecin en başından itibaren alanında uzman bir Ankara cinsel suçlar avukatı ile çalışmak, hem adil bir yargılanma hakkının temini hem de hak kayıplarının önlenmesi için hayati önem taşımaktadır. Ankara cinsel suçlara bakan avukatlar konunun  hassasiyetini bilerek size gerekli yardımda bulunacaktır. Bu yazıda, cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçların hukuki boyutlarını ve bu süreçte uzman bir avukatın rolünü detaylarıyla ele alacağız.

İçindekiler

Cinsel Suç Davalarında Uzman Bir Avukatın Rolü Neden Hayatidir?

Cinsel suç davaları, doğası gereği hem sanık hem de mağdur için derin psikolojik ve sosyal sonuçlar doğuran, ispatı zor ve son derece hassas süreçlerdir. Bu davalarda, yalnızca kanun maddelerini bilmek yeterli değildir; soruşturma ve kovuşturma aşamalarındaki her bir adımın stratejik olarak yönetilmesi gerekir. Ankara cinsel suçlara bakan avukatlar arasında doğru seçimi yapmak, davanızın kaderini doğrudan etkiler.

Sanık Açısından: Haksız bir suçlamayla karşı karşıya kalmak, bir kişinin hayatını altüst edebilir. Uzman bir cinsel suçlar avukatı, soruşturmanın ilk anından itibaren müvekkilinin yanında yer alır. Hukuka aykırı delillerin toplanmasını engeller, ifade sırasında haklarının korunmasını sağlar, lehe olan delilleri toplar ve masumiyet karinesinin zedelenmemesi için mücadele eder.

Mağdur Açısından: Mağdurun yaşadığı travmayı tekrar yaşamadan adalete ulaşması esastır. Uzman bir cinsel suçlar avukatı, mağdurun hukuki süreçte daha fazla yıpranmasını önler, şikayet ve ifade süreçlerinde ona rehberlik eder, dosyanın eksiksiz bir şekilde hazırlanmasını sağlar ve failin hak ettiği cezayı alması için hukuki mücadeleyi en etkili şekilde yürütür.

Ankara Cinsel Suçlara Bakan Avukatlar

Ankara’da cinsel suçlara bakan avukatlar arayışında olmak, genellikle hayatın en zorlu, stresli ve hassas dönemlerinden birinde olduğunuzu gösterir. Bu kritik süreçte, yalnızca hukuki bir temsilci değil, aynı zamanda size güven veren, mahremiyetinize saygı duyan ve davanızın her aşamasını titizlikle yönetecek bir yol arkadaşı ararsınız. Vereceğiniz bu karar, davanızın sonucunu ve geleceğinizi doğrudan etkileyecektir.

Bu süreçte birçok kişi doğal olarak cinsel suçlara bakan en iyi avukatlar Ankara listelerini araştırırken, “en iyi” avukatı tanımlayan özelliklerin farkında olmak büyük önem taşır. İyi bir ankara cinsel suçlar avukatı;

  • Uzmanlık ve Derin Bilgi: Yalnızca TCK’nın ilgili maddelerini ezbere bilmekle kalmaz, aynı zamanda güncel Yargıtay içtihatlarına, delil değerlendirme kriterlerine ve savunma stratejilerine de hakimdir.
  • Tecrübe: Benzer davalarda elde ettiği deneyimle, soruşturma ve kovuşturma aşamalarında karşılaşılabilecek riskleri öngörür ve proaktif adımlar atar.
  • Hassasiyet ve Gizlilik: Müvekkilinin yaşadığı travmanın veya karşılaştığı suçlamanın hassasiyetini anlar ve tüm süreci mutlak bir gizlilik prensibiyle yürütür.

Aslan Duran Hukuk Bürosu, ankara avukat olarak bizler, bu alandaki hukuki hizmetlerimizi tam da bu temel üzerine inşa ettik. İster haksız bir suçlama karşısında adil yargılanma hakkınızı savunuyor, ister mağdur olarak adaletin tecellisini arıyor olun, uzman ekibimiz size gereken desteği sunar. Özellikle kurucu ortağımız Av. Şerife Duran’ın eski hakim olarak sahip olduğu tecrübe, bir delilin mahkeme nezdindeki değerini ve bir savunmanın gücünü öngörebilme konusunda paha biçilmez bir avantaj sağlamaktadır. Çankaya cinsel suçlar avukatı olarak da bilinen ekibimiz, müvekkillerimizin yanında sağlam bir hukuki kalkan oluşturur.

Aşağıda listede Ankara ve Çankaya bölgesi için cinsel suçlara bakan en iyi avukatların listesi vardır.

Adı SoyadıAdresiTelefonuİncele
avukat şerife duran

avukat şerife duran

Av. Şerife DuranKızılırmak Mah. Ufuk Üniversitesi Cad. No : 18 Ambrossia Plaza Kat : 7 D: 58 Çankaya / ANKARA+90 552 846 9430İncele
avukat yasemin berna aslanbay

avukat yasemin berna aslanbay

Kızılırmak Mah. Ufuk Üniversitesi Cad. No : 18 Ambrossia Plaza Kat : 7 D: 58 Çankaya / ANKARA+90 552 846 9430İncele

bu liste sadece Çankaya için değil, Keçiören, Gölbaşı, Mamak, Sincan, Polatlı, Yenimahalle, Etimesgut ve Ankara’nın diğer tüm bölgeleri ve Türkiye geneli içn düşünülebilir.

Cinsel Saldırı Suçu

Cinsel saldırı suçu, bireyin bedensel ve cinsel dokunulmazlığına yönelik olarak gerçekleştirilen irade dışı cinsel eylemleri cezalandıran, Türk Ceza Hukuku’nun en ciddi suç tiplerinden biridir. Bu suç, yalnızca mağdurun fiziksel bütünlüğünü değil, aynı zamanda kişilik haklarını, özgür iradesini ve insan onurunu da doğrudan ihlal eden bir niteliğe sahiptir. Bu yönüyle cinsel saldırı, yalnızca bireye karşı işlenen bir suç olarak değil, toplumsal düzende ağır bir sarsıntıya neden olan bir davranış biçimi olarak kabul edilmektedir.

Türk Ceza Kanunu’nun 102. maddesinde düzenlenen cinsel saldırı suçu, “Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlar” başlıklı bölüm içerisinde yer almakta olup, çocuklara karşı işlenen cinsel suçlardan farklı olarak, 18 yaşını doldurmuş bireyleri hedef alan cinsel nitelikli eylemleri kapsamaktadır. TCK m.102’nin birinci fıkrasında, cinsel saldırı suçunun temel şekli tanımlanmıştır. Buna göre, “bir kimseye karşı cinsel davranışlarda bulunulması” ve bu davranışın mağdurun rızası dışında gerçekleşmesi durumunda cinsel saldırı suçu oluşur. Cinsel davranışın kapsamı oldukça geniştir. Öpme, dokunma, sürtünme gibi fiziksel temas içeren, ancak cinsel ilişki boyutuna varmayan her türlü eylem bu suçun konusunu oluşturabilir. Bu fiillerin mutlaka mağdurun rızası dışında ve onun istemi hilafına gerçekleşmiş olması gerekir. Zira rıza varsa, ceza hukukunun müdahalesi gündeme gelmez.

Cinsel saldırı suçunun oluşabilmesi için fiilin, mağdurun iradesini etkisiz kılacak şekilde gerçekleştirilmiş olması gerekir. Kanun, bu amaçla kullanılan yöntemleri “cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir neden” şeklinde sıralamıştır. Mağdurun bilinci kapalıyken, uyurken, sarhoşken ya da zihinsel engeli nedeniyle fiilin mahiyetini kavrayamayacak durumda olması hâlinde de cinsel saldırı suçunun oluştuğu kabul edilir. Ayrıca iradenin sakatlandığı her durumda mağdurun fiile direnmemesi veya karşı koyamaması, rıza bulunduğu anlamına gelmez. Yargıtay kararlarında da bu yönde açık ve istikrarlı içtihatlar mevcuttur. Ankara cinsel suçlar avukatı bu konuda merak ettiğiniz her şeyi size verecektir.

Sarkıntılık Suçu Nedir?

“Sarkıntılık” kavramı, Türk Ceza Kanunu’nda doğrudan bir suç tipi olarak düzenlenmemiş olsa da, Türk Ceza Kanunu’nun 102. maddesinin ikinci fıkrasında “sarkıntılık düzeyinde kalan cinsel davranışlar” ifadesiyle ceza hukukunda özel bir ağırlık kazanan bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu düzenleme kapsamında sarkıntılık, cinsel saldırının daha hafif nitelikli şekli olarak değerlendirilmekte; failin, mağdurun vücut dokunulmazlığına yönelik olarak cinsel maksatla gerçekleştirdiği, ancak cinsel birleşmeye varmayan ve kısa süreli, yüzeysel, ani ya da beklenmedik şekilde gerçekleşen fiillerle sınırlı kalan eylemler olarak tanımlanmaktadır. Dolayısıyla, sarkıntılık suçu; cinsel saldırı suçunun hafif şekli niteliğindedir ve ceza hukukunda failin kastının cinsellik yönünde olması esas alınarak değerlendirilir.

TCK m.102/1’de yer alan cinsel saldırı suçunun “sarkıntılık düzeyinde kalması hâli” için öngörülen ceza miktarı daha düşüktür. Yine aynı şekilde TCK m.103/1’de çocuğa karşı işlenen cinsel istismar suçunun da sarkıntılık düzeyinde kalan hallerine ilişkin daha az ceza öngörülmektedir. Ancak burada önemli olan nokta, eylemin mağdurun vücut bütünlüğüne karşı yapılmış olması ve failin cinsel amaçla hareket etmesidir. Sarkıntılık, çoğu zaman elle, bazen dudakla veya diğer uzuvlarla yapılan ve çoğunlukla kısa süreli olan fiziksel temasları kapsar; ancak cinsel birleşmeye yönelik ağır eylemler bu kapsamda değerlendirilmez. Failin mağdura yönelik sarılması, vücudunun mahrem bölgelerine dokunması, aniden öpmesi, sürtünmesi veya kıyafet üzerinden dahi olsa cinsel temas kurmaya çalışması, eylemin niteliğine, süresine ve yoğunluğuna göre sarkıntılık olarak nitelendirilebilir.

Sarkıntılık suçunun hangi eylemleri kapsadığına ilişkin sınırlar Yargıtay kararlarında netlik kazanmaktadır. Yargıtay 14. Ceza Dairesi ile Ceza Genel Kurulu’nun içtihatlarına göre, failin mağdura yönelik gerçekleştirdiği eylemin kısa süreli, ani ve cinsel amaçla yapılmış olması sarkıntılık suçunun varlığı için yeterlidir. Örneğin Yargıtay, mağdura aniden sarılmak, kalçasına veya göğsüne dokunmak, öpmeye çalışmak gibi davranışları sarkıntılık olarak kabul etmiş; buna karşın daha uzun süreli, sistematik ve yoğun cinsel temas içeren eylemleri ise cinsel saldırı suçunun temel hâli olarak değerlendirmiştir. Burada temel ölçüt, eylemin süresi, mağdur üzerindeki etkisi, failin kastı ve eylemin yoğunluğudur.

Yargıtay’a göre sarkıntılık suçu için cinsel organla temas ya da çıplaklık şart değildir. Mağdura rızası dışında, cinsel dürtüyle yöneltilmiş her tür temas veya eylem sarkıntılık suçunu oluşturabilir. Örneğin kalabalık bir ortamda mağdura elle temas, asansörde aniden dokunma, toplu taşımada sürtünme gibi davranışlar mağdurun ifadesiyle desteklendiğinde ve hayatın olağan akışıyla bağdaşır biçimde sunulduğunda sarkıntılık olarak nitelendirilmiştir. Yine Yargıtay, sarkıntılık suçunda fail ile mağdurun önceden tanışıyor olması, aralarında bir ilişki olup olmaması gibi hususların suçun oluşumuna etkisi olmadığını belirtmiş; rıza dışı her temasın, ilişkinin doğasına bakılmaksızın suç teşkil edebileceğini vurgulamıştır.

Sarkıntılık suçu, mağdurun yaşı ve niteliği ile de farklı değerlendirilmelere tabi olabilir. Özellikle çocuğa karşı işlenmesi hâlinde eylem, TCK m.103 kapsamında “çocuğun cinsel istismarı” suçu olarak nitelendirilir ve sarkıntılık düzeyinde kalıp kalmadığına göre ceza miktarı farklılaşır. Yargıtay, çocuğa yönelik olarak gerçekleştirilen her tür cinsel içerikli davranışı çok daha katı bir biçimde değerlendirerek, failin en ağır şekilde cezalandırılması gerektiğini ifade etmektedir. Çocukların bedensel, zihinsel ve ruhsal gelişimlerinin korunması amacıyla, bu tür vakalarda sarkıntılık olarak nitelendirilen eylemlerde dahi ceza indirimi yapılmaksızın üst sınırdan cezalandırma yoluna gidilmesi gerektiği vurgulanmaktadır.

Ayrıca sarkıntılık suçunun işlendiği koşullara bağlı olarak cezada artırım sebepleri de gündeme gelebilir. Suçun birden fazla kişi tarafından birlikte işlenmesi, mağdurun kendisini savunamayacak durumda olması, kamu görevinin sağladığı nüfuzun kötüye kullanılması veya failin mağdurun öğretmeni, bakıcısı, vasisi, sağlık personeli gibi bir konumda olması hâlinde, suçun daha ağır cezayla cezalandırılması söz konusu olur. Bu durumlar Türk Ceza Kanunu’nun 102. ve 103. maddelerinde açıkça düzenlenmiştir.

Yargıtay’a Göre Sarkıntılık Sayılan Eylemler

Yargıtay Ceza Dairelerinin kararlarında “sarkıntılık” suçu kapsamında değerlendirilen eylemler örneklerle birlikte maddeler halinde sıralanmıştır. Bu eylemler, genellikle ani, kısa süreli, cinsel maksatla yapılan ve cinsel birliktelik boyutuna ulaşmayan temaslar olup, mağdurun rızasına aykırı şekilde gerçekleşmiştir:

  1. Mağdurun kalçasına elle dokunmak veya sıkmak
    – Kalabalık ortamlarda veya yalnız olunan yerlerde failin mağdurun kalça bölgesine elle temas etmesi.
  2. Göğse el ile temas etmek
    – Cinsel amaçla yapılan göğüs sıkma, elleme eylemleri Yargıtay tarafından sarkıntılık olarak değerlendirilmiştir.
  3. Mağdurun boynunu, yanağını ya da dudaklarını öpmek
    – Rıza dışı öpme eylemleri, eğer cinsel birlikteliğe yönelik ağırlaşmış bir eylem yoksa, sarkıntılık suçu sayılmıştır.
  4. Arkasından yaklaşarak sürtünmek
    – Toplu taşıma araçları, asansör gibi dar alanlarda mağdura cinsel amaçla sürtünme fiilleri.
  5. Kıyafet üzerinden mahrem bölgelere dokunmak
    – İç çamaşırı ya da pantolon üzerinden cinsel bölgelerle temas kurma çabaları.
  6. Aniden sarılmak veya kucaklamak
    – Mağdurun istemi dışında vücut bütünlüğüne müdahale niteliğinde sarılma davranışları.
  7. Cinsel içerikli şekilde elini tutma veya okşama
    – Cinsel amaçlı olarak mağdurun elini zorla tutma, okşama, ovuşturma gibi davranışlar.
  8. Mağdurun üstünü çıkarmaya çalışmak ancak başarılı olamamak
    – Eylem cinsel saldırı boyutuna ulaşmasa da, teşebbüs niteliğinde değerlendirilmiş ve sarkıntılık kapsamına alınmıştır.
  9. Birlikte çalışılan ortamda vücut bütünlüğüne yönelik ani temaslar (masaj yapma, beline dokunma vb.)
    – Özellikle iş yerlerinde, amir veya üst konumda bulunan failin cinsel amaçlı fiziksel temas kurma çabaları.
  10. Koltukta, araçta veya benzeri yerde mağdura yaklaşarak elle temas etmeye çalışmak
    – Failin mağdura yaklaşarak cinsel niyetle temas kurmaya çalışması ve mağdurun buna direnmesi hâli.
  11. Mağdurun arkasında veya yanında oturarak gizlice elle temas etmek
    – Özellikle çocuklara yönelik olarak yapılan ve gizlice gerçekleştirilen temaslar, sarkıntılık kapsamında değerlendirilmiştir.
  12. Mağdura cinsel içerikli sözler söyledikten sonra vücuduna temas etmek
    – Fiziksel temasla birlikte sözlü cinsel taciz unsurları da varsa, Yargıtay bu tür eylemleri sarkıntılık suçu olarak nitelendirmiştir.
  13. El ile iç çamaşır bölgesine müdahale etmeye çalışmak ancak başarıya ulaşamamak
    – Tam bir cinsel saldırı eylemi gerçekleşmese de, cinsel temas amacı güdüldüğü açık olan bu davranışlar sarkıntılık sayılmıştır.
  14. Failin mağdurun uyuduğu sırada elle cinsel temas kurması
    – Mağdurun savunmasız hâlinden yararlanılarak yapılan rıza dışı cinsel temaslar, sarkıntılık suçu olarak değerlendirilmiştir.

Not: Bu eylemlerin sarkıntılık sayılabilmesi için Yargıtay, olayın kısa süreli, ani gelişen, sistematik olmayan ve mağdurun vücut dokunulmazlığına yönelik cinsel amaçlı fiziksel temas şeklinde gerçekleşmesini şart koşmaktadır.
Eğer eylem süreklilik arz ediyorsa, tehdit/şiddet içeriyorsa veya cinsel birlikteliğe yönelik ağırlıkta ise, temel veya nitelikli cinsel saldırı suçu oluşabilir.

Cinsel Saldırı Suçunu Ağırlaştıran Haller

Cinsel saldırı suçu, Türk Ceza Kanunu’nun 102. maddesinde düzenlenmiş olup, bireyin cinsel dokunulmazlığını ihlal eden en ağır suç tiplerinden biridir. Suçun basit ve nitelikli şekillerine ilişkin düzenlemelerin yanı sıra, failin eyleminin gerçekleştirilme biçimi, mağdurun içinde bulunduğu koşullar, failin mağdurla olan ilişkisi ve suçun sonuçları gibi birtakım hususlar, kanun koyucu tarafından “ağırlaştırıcı neden” olarak kabul edilmiştir. Türk Ceza Hukuku’nun temel ilkelerinden olan “kusurla orantılı ceza” ve “fiilin ağırlığına göre farklılaşan yaptırım” prensipleri doğrultusunda, bu ağırlaştırıcı nedenler ceza miktarının artırılmasına sebep olmaktadır.

Cinsel saldırı suçuna ilişkin ağırlaştırıcı haller, esas olarak TCK m.102/3, 102/5 ve 102/6 fıkralarında düzenlenmiştir. Aşağıda bu hükümler hem yasal dayanakları hem de uygulamadaki karşılıklarıyla birlikte ayrıntılı şekilde ele alınmıştır. 

Birden Fazla Kişi Tarafından Birlikte İşlenmesi (TCK m.102/3-a)

Cinsel saldırı suçunun birden fazla kişi tarafından birlikte işlenmesi, Türk Ceza Kanunu’nun 102. maddesinin 3. fıkrasının (a) bendinde düzenlenmiş ve bu hâl, suçun nitelikli (ağırlaştırılmış) şekli olarak kabul edilmiştir. Bu düzenleme ile amaçlanan, organize şekilde hareket eden faillerin mağdur üzerinde oluşturduğu yoğun baskı ve mağdurun savunmasız hâlinden daha ağır şekilde yararlanılması karşısında, cezanın daha caydırıcı ve orantılı biçimde artırılmasıdır. Birden fazla kişinin birlikte hareket etmesi, suçu yalnızca fiziki güç anlamında ağırlaştırmamakta; aynı zamanda mağdur açısından psikolojik etkileri derinleştirmekte, fail sayısının çokluğu nedeniyle mağdurun direnme, kaçma veya yardım isteme ihtimali ortadan kalkmakta, travmanın şiddeti katlanmaktadır. Uygulamada bu hâlin varlığı, faillerin suçu birlikte işleyip işlemedikleri, aralarında önceden planlama yapılıp yapılmadığı, suç mahallindeki konumlanmaları ve eylemlerinin bir bütünlük arz edip etmediği gibi kriterler üzerinden değerlendirilir. Yargıtay içtihatlarında da suçun birlikte işlenmiş sayılabilmesi için failler arasında fiili ve ruhsal iştirak iradesinin bulunması gerektiği belirtilmekte; faillerin her birinin suçun icrasına etkin katılımı halinde müşterek faillik hükümlerinin uygulanması gerektiği kabul edilmektedir. Bu nedenle, suçun birden fazla kişi tarafından birlikte işlendiğinin sabit görülmesi hâlinde, temel cezanın belirlenmesinde artırıma gidilmekte ve cezanın alt sınırı yükselmektedir.

Mağdurun Kendini Savunamayacak Durumda Olmasından Yararlanılması (TCK m.102/3-b)

Türk Ceza Kanunu’nun 102. maddesinin 3. fıkrasının (b) bendi uyarınca, mağdurun kendisini savunamayacak bir durumda bulunmasından yararlanılarak işlenen cinsel saldırı suçu, fail açısından cezayı artıran nitelikli bir hal olarak düzenlenmiştir. Bu hükümle, özellikle mağdurun iradesinin fiilen devre dışı kaldığı, kendisini koruma ve direnme yetisinin ortadan kalktığı hallerde –örneğin mağdurun baygın, sarhoş, zihinsel engelli, uyku halinde ya da yaşlılık gibi fiziksel ve ruhsal zayıflıklar içinde olması durumlarında– failin bu durumu kötüye kullanarak gerçekleştirdiği cinsel saldırının daha ağır şekilde cezalandırılması öngörülmüştür. Zira bu tür durumlarda mağdurun hem fiilen hem de hukuken korunmaya muhtaç olduğu kabul edilmekte; failin bu zaafı istismar etmesi, adalet sistemince daha yüksek ceza ile karşılık bulmaktadır. Özellikle failin, mağdura yönelik bakım veya gözetim yükümlülüğü üstlendiği durumlarda –örneğin hasta bakıcı, refakatçi, sağlık personeli gibi– bu suçun işlenmesi, yalnızca cezai değil aynı zamanda mesleki sorumluluğu da gündeme getirir. Bu gibi eylemler, mağdurla kurulan güven ilişkisinin ihlali anlamına geldiğinden, meslek etiğine ve toplumun hassasiyetlerine aykırı nitelikte olup daha da ağır yaptırımlarla karşılık bulur. Nitekim Yargıtay içtihatlarında da mağdurun savunmasızlığından yararlanılması suretiyle işlenen cinsel saldırı fiilleri, failin daha yüksek bir ceza ile cezalandırılmasını gerektiren nitelikli suç halleri arasında değerlendirilmekte; failin bu tür zaafları bilinçli şekilde kullanması halinde, suçun manevi unsuru daha yoğun olarak kabul edilmektedir.

Kamu Görevinin Sağladığı Nüfuz Kötüye Kullanılarak İşlenmesi (TCK m.102/3-c)

Türk Ceza Kanunu’nun 102. maddesinin 3. fıkrasının (c) bendi uyarınca, cinsel saldırı suçunun kamu görevlisinin görevinden kaynaklanan nüfuzunu kötüye kullanarak işlenmesi, suçun nitelikli hali olarak düzenlenmiş ve cezayı artıran bir unsur olarak kabul edilmiştir. Bu düzenlemenin temel amacı, kamu görevlilerinin sahip oldukları yetki, görev ve otoritenin bireyler üzerinde oluşturduğu güvenin kötüye kullanılmasını önlemek ve kamu hizmetinin tarafsızlığı ile bütünlüğünü korumaktır. Zira kamu görevi, devleti temsil etme ve toplumun hizmetinde bulunma sorumluluğu içerir; bu görevin mağdura karşı bir baskı veya zorlama aracı olarak kullanılması, sadece bireysel haklara değil, aynı zamanda kamu idaresine ve toplumsal değerlere doğrudan bir saldırı niteliğindedir.

Bu bağlamda, örneğin bir polis memurunun gözaltındaki kişiye karşı, bir öğretmenin öğrencisine karşı, bir infaz koruma memurunun cezaevindeki tutukluya karşı gerçekleştirdiği cinsel saldırı eylemleri, failin kamu görevinden kaynaklanan otoritesini suistimal ettiği durumlara örnek teşkil eder. Bu tür fiillerde fail, görevle birlikte sahip olduğu konumunu kullanarak mağdur üzerinde baskı kurmakta, mağdurun direnç göstermesini veya şikâyette bulunmasını fiilen zorlaştırmaktadır. Dolayısıyla kanun koyucu, kamu görevinin bu şekilde kötüye kullanılmasını, yalnızca mağdura yönelmiş bir saldırı olarak değil, aynı zamanda kamu hizmetinin ahlaki ve hukuki temellerine karşı işlenmiş bir ihlal olarak değerlendirmiş; bu sebeple cezanın alt sınırının yükseltilmesini ve daha ağır yaptırımların uygulanmasını öngörmüştür. Yargıtay kararlarında da, bu tür eylemler yalnızca cinsel suç kapsamında değil, aynı zamanda kamu güvenini zedeleyen fiiller olarak nitelendirilmekte; failin görev konumunu kötüye kullanmasının cezanın belirlenmesinde doğrudan etkili olduğu kabul edilmektedir.

Güven İlişkisine Dayanan Sosyal Konumun Kötüye Kullanılması (TCK m.102/3-d)

Türk Ceza Kanunu’nun 102. maddesinin 3. fıkrasının (d) bendi kapsamında düzenlenen bir diğer nitelikli hal ise, failin mağdurla arasında mevcut olan güven ilişkisine dayanan sosyal konumunu kötüye kullanarak cinsel saldırı suçunu işlemesidir. Bu düzenleme, failin mağdur üzerinde sahip olduğu manevi otoriteyi, sorumluluk alanını ve güven duygusunu istismar etmesi durumunu cezalandırmayı hedeflemektedir. Kanun koyucu, özellikle üstsoy, evlat edinen, vasi, eğitici, öğretici, bakıcı, sağlık personeli gibi kişilerle mağdur arasında kurulan özel ilişkilerde, mağdurun failin etkisi altında olması ve bu sebeple direnç gösterememesi durumunu ağırlaştırıcı bir neden olarak değerlendirmiştir. Bu kişiler, mağdura karşı yalnızca hukuki değil, aynı zamanda ahlaki ve vicdani sorumluluk taşıyan kimselerdir.

Bu kapsamdaki cinsel saldırılar, çoğunlukla mağdurun yaş, psikolojik gelişim ve sosyal durum itibarıyla savunmasız olduğu durumlarda gerçekleşmekte; mağdurun failin otoritesine duyduğu güven, saldırının gerçekleşmesini kolaylaştırmakta ve mağdurun hem direnme hem de şikâyet etme iradesini zayıflatmaktadır. Özellikle aile içi cinsel saldırılar bu durumun en somut örneğini oluşturur. Aile üyeleri arasında kurulan yakın ilişki, hem mağdurun failin etkisine açık hale gelmesine hem de olayın ifşasının engellenmesine neden olur. Bu tür eylemler, mağdurun ruhsal dünyasında derin ve uzun süreli travmalara yol açmakta; failin cezai sorumluluğunun yanında, kamu vicdanında da daha ağır şekilde mahkûm edilmesine sebep olmaktadır. Bu sebeple yasa koyucu, güven ilişkisine dayanan sosyal konumun istismar edilmesi hâlinde temel cezanın artırılarak uygulanmasını zorunlu kılmış; failin toplumsal sorumluluğunu ihlal etmesini özel bir nitelikli hal olarak düzenlemiştir. Yargıtay içtihatları da bu yönde şekillenmiş olup, failin güvene dayalı ilişkiden faydalanarak gerçekleştirdiği eylemler, daha ağır ceza ile karşılık bulmaktadır.

Silahla İşlenmesi (TCK m.102/3-e)

Türk Ceza Kanunu’nun 102. maddesinin 3. fıkrasının (e) bendi uyarınca, cinsel saldırı suçunun silahla işlenmesi, suçun nitelikli hâli olarak düzenlenmiş ve bu durumda verilecek cezanın artırılması öngörülmüştür. Burada “silah” yalnızca ateşli silahlarla sınırlı tutulmamış; kesici ve delici aletler, patlayıcılar, boğma araçları, cam şişe gibi mağdura zarar verme kapasitesi bulunan nesneler de silah kapsamında değerlendirilmiştir. Ayrıca, silahın fiilen kullanılması şart olmayıp, mağdura karşı silah tehdidinde bulunulması, onun iradesinin baskı altına alınarak korkuya kapılmasına ve direncinin kırılmasına yol açması da yeterli görülmektedir.

Bu nitelikli hâl ile amaçlanan, mağdura yönelen tehdit ve baskının şiddet derecesinin artması karşısında failin daha ağır bir yaptırımla karşı karşıya bırakılmasıdır. Zira silah tehdidi altında mağdurun fiilen direnme veya yardım isteme imkânı ortadan kalkmakta; psikolojik baskı mağdurun karar verme özgürlüğünü büyük ölçüde zedelemektedir. Bu gibi durumlarda mağdurun rızası hukuken geçersiz sayılır ve suçun icrası daha kolay hâle gelir. Bu nedenle, failin silahı mağduru korkutmak, sindirmek ya da direnç göstermesini engellemek amacıyla kullandığı her durumda, suçun niteliği ağırlaşmakta; ceza alt sınırdan uzaklaştırılarak daha yüksek bir seviyeden belirlenmektedir. Uygulamada Yargıtay da failin mağdura yönelik silah tehdidini veya silah gösterisini, suçu nitelikli hâle dönüştüren unsur olarak kabul etmekte; failin bu eylemini yalnızca fiziksel saldırı değil, aynı zamanda mağdurun ruhsal bütünlüğüne yönelen bir tehdit olarak değerlendirmektedir.

Cinsel Saldırı Sonucunda Mağdurun Beden veya Ruh Sağlığının Bozulması (TCK m.102/5)

Türk Ceza Kanunu’nun 102. maddesinin 5. fıkrası uyarınca, cinsel saldırı suçunun mağdurun beden veya ruh sağlığını bozacak şekilde işlenmesi hâlinde, fail hakkında verilecek cezanın yarı oranında artırılması öngörülmüştür. Bu düzenlemenin amacı, cinsel saldırının yalnızca anlık bir ihlal değil, aynı zamanda mağdurun uzun süreli fiziksel ve ruhsal bütünlüğüne zarar veren kalıcı etkiler doğurduğu durumlarda, daha ağır bir cezai müeyyide uygulanmasını sağlamaktır. Zira bu tür etkiler, mağdurun yaşam kalitesini derinden etkileyen, günlük yaşantısını, sosyal ilişkilerini ve psikolojik dengesini altüst eden sonuçlar doğurabilir.

Beden sağlığının bozulmasına örnek olarak, kalıcı fiziksel hasarlar, travmatik yaralanmalar, istem dışı gebelik, cinsel yolla bulaşan hastalıklar ya da organ işlevlerinde bozulmalar sayılabilir. Ruh sağlığının bozulması ise daha çok psikiyatrik düzeyde değerlendirilmekte olup; mağdurun cinsel saldırı sonrasında depresyon, travma sonrası stres bozukluğu (TSSB), kaygı bozuklukları, sosyal fobi, intihar düşüncesi veya girişimi gibi ağır psikolojik etkiler göstermesi şeklinde ortaya çıkmaktadır. Bu tür bozulmaların varlığı, genellikle Adli Tıp Kurumu tarafından düzenlenen sağlık kurulu raporları ya da uzman hekimlerin düzenlediği psikiyatrik değerlendirme raporlarıyla saptanır.

Uygulamada, mağdurun ruhsal veya bedensel sağlığının bozulduğunun objektif ve bilimsel yöntemlerle tespiti hâlinde, mahkemeler bu durumu cezayı ağırlaştırıcı unsur olarak kabul etmekte ve temel ceza miktarını belirledikten sonra yarı oranında artırıma gitmektedir. Bu şekilde hem mağdurun yaşadığı derin travmaya hukuki bir karşılık verilmekte hem de failin suça bağlı sonuçlardan sorumluluğu genişletilerek adaletin tesisi sağlanmaktadır. Yargıtay kararlarında da, ruh sağlığının bozulup bozulmadığı yönündeki değerlendirmelerde yalnızca subjektif beyanlara değil, tıbbi bulgulara ve uzman raporlarına dayanılması gerektiği belirtilmekte; bu husus ispatlandığında ceza arttırılır.

Evlilik Birliği İçinde Cinsel Saldırı (TCK m.102/6)

Türk Ceza Kanunu’nun 102. maddesinin 6. fıkrası ile, evlilik birliği içerisinde eşe karşı gerçekleştirilen cinsel saldırı fiilleri de açık bir şekilde suç olarak tanımlanmış ve cezai yaptırıma tabi tutulmuştur. Bu düzenleme, Türk ceza hukukunda evlilik içi tecavüzün varlığını kabul eden önemli bir dönüm noktasıdır. Her ne kadar evlilik hukuken meşru bir cinsel birliktelik çerçevesi sunsa da, bu birliktelik içinde tarafların birbirlerine koşulsuz bir biçimde cinsel ilişki “borçlu” olduğu anlamına gelmemektedir. Tersine, bu düzenleme ile evlilik içinde de bireylerin cinsel dokunulmazlık haklarına saygı gösterilmesi zorunlu kılınmıştır.

Evlilik, taraflara yalnızca haklar değil, aynı zamanda sorumluluklar da yükleyen bir kurumdur; ancak bu sorumlulukların yerine getirilmesinde zorlamaya, şiddete ya da rızaya aykırı fiillere yer yoktur. Bu bağlamda eşin rızası hilafına gerçekleştirilen her türlü cinsel saldırı, evlilik birliği içinde gerçekleşmiş olsa dahi suç teşkil eder. Özellikle fiziksel zorlama, tehditle cinsel ilişkiye zorlama, mağdurun rızasına aykırı şekilde vücuda organ veya cisim sokulması gibi fiiller, bu madde kapsamında değerlendirilerek faile ceza verilmesi yoluna gidilir. Böylece, evlilik bağı ne kadar güçlü olursa olsun, bireyin vücut bütünlüğü ve cinsel özgürlüğü üzerindeki haklarının dokunulmazlığı güvence altına alınmaktadır.

Uygulamada, evlilik içi cinsel saldırının ispatı genellikle tanık, mesaj kayıtları, adli muayene raporları ve psikolojik değerlendirmeler gibi dolaylı delillere dayandırılmakta; mağdur beyanı da belirli koşullar altında hükme esas alınabilmektedir. Yargıtay, bu tür suçlarda da diğer cinsel suçlarla aynı delil değerlendirme ilkelerinin uygulanacağını; evlilik ilişkisinin, failin cezai sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağını vurgulamaktadır. Bu hüküm, cinsiyet eşitliği ve bireyin kişisel haklarının evlilik içinde de tam olarak korunması bakımından Türk ceza hukukunun evrensel insan hakları normlarına yaklaşımını da göstermektir. 

Cinsel Saldırı Suçu Failleri İçn Cezai İndirim Halleri Nelerdir?

Cinsel Saldırı Suçu Faili Etkin Pişmanlıktan Yararlanabilir Mi?

Cinsel saldırı suçu faili, Türk Ceza Kanunu’nda yer alan etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanamaz. Etkin pişmanlık, genellikle malvarlığına yönelik suçlarda, failin suçun sonuçlarını telafi etmesi veya mağdurun zararını gidermesi halinde cezasında indirim yapılmasına veya cezanın kaldırılmasına imkân tanıyan bir ceza hukuku kurumudur. Ancak, TCK’da düzenlenen etkin pişmanlık hükümleri yalnızca belirli suç tipleri bakımından uygulanabilir olup, cinsel dokunulmazlığa karşı suçlar bu kapsama dâhil edilmemiştir. Nitekim cinsel saldırı suçu, mağdurun vücut bütünlüğü ve cinsel özgürlüğüne yönelen, kamu düzenini doğrudan ilgilendiren ve kişilik haklarını derin şekilde ihlal eden bir fiil olduğundan, failin sonradan pişmanlık göstermesi veya mağdura herhangi bir telafi girişiminde bulunması, işlenen suçun ağırlığını ve toplumsal etkisini ortadan kaldırmaz. Bu nedenle, cinsel saldırı suçlarında failin etkin pişmanlık göstererek cezadan kurtulması veya cezasında indirim yapılması hukuken mümkün değildir. Uygulamada da gerek öğreti gerekse yargı kararları, cinsel saldırı gibi onur, haysiyet ve cinsel dokunulmazlığa ağır biçimde zarar veren suçlarda etkin pişmanlığın uygulanamayacağını açıkça ortaya koymaktadır. Dolayısıyla, cinsel saldırı suçu faillerinin etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanması, Türk ceza hukuk sisteminde kabul edilmemektedir.

Cinsel Saldırı Suçu Faili Zamanaşımından Yararlanabilir Mi?

Cinsel saldırı suçu faili, bazı koşullar altında zamanaşımı hükümlerinden yararlanabilir; ancak bu durum suçun niteliğine, işlendiği tarihe ve mağdurun yaşına bağlı olarak değişkenlik gösterir. Türk Ceza Kanunu’na göre ceza yargılaması açısından iki tür zamanaşımı mevcuttur: dava zamanaşımı ve cezanın infazına ilişkin zamanaşımı. Cinsel saldırı suçlarında uygulanacak dava zamanaşımı süresi, suçun temel veya nitelikli hal olup olmamasına göre belirlenir. Örneğin, basit cinsel saldırı suçlarında dava zamanaşımı süresi 8 yıl iken; nitelikli hallerde bu süre 15 yıla, mağdurun beden veya ruh sağlığının bozulması hâlinde 20 yıla kadar çıkabilir. Eğer suç, çocuğa karşı işlenmişse bu durumda dava zamanaşımı süresi TCK m.66/1-e uyarınca 15 yıl olup, mağdurun reşit olmasından itibaren işlemeye başlar.

Zamanaşımı süresi dolmuşsa, kamu davası açılmaz veya açılmışsa mahkemece düşme kararı verilir. Ancak zamanaşımı süresinin dolup dolmadığı her somut olayda ayrı değerlendirilmelidir. Öte yandan, failin kaçması, yargılamayı geciktirmesi ya da suçun üstünün uzun süre kapalı kalması gibi nedenlerle zamanaşımı süresi işlememiş ya da duraksamış olabilir. Ayrıca zamanaşımı sürelerinin durmasına veya kesilmesine yol açan hâller Ceza Muhakemesi Kanunu ve Türk Ceza Kanunu’nda özel olarak düzenlenmiştir. Sonuç olarak, cinsel saldırı suçu faili zamanaşımından hukuken yararlanabilir; ancak bu, suçun türüne, mağdurun yaşı ve suça konu olayın özelliklerine göre değişmekte olup, yargı makamlarının somut olay çerçevesinde yapacağı değerlendirmeye bağlıdır. 

Cinsel Saldırı Suçu Faili İyi Halden Yararlanabilir Mi?

Cinsel saldırı suçu faili, mahkemece yapılan değerlendirme sonucunda takdiri indirim nedeni olan iyi hal (takdiri indirim- TCK m.62) hükümlerinden yararlanabilir. İyi hal indirimi, failin yargılama sürecindeki tutum ve davranışlarının olumlu olarak değerlendirilmesi durumunda, mahkeme tarafından cezada indirime gidilmesini sağlayan bir ceza hukuku kurumudur. Ancak bu indirim zorunlu olmayıp, hâkimin takdir yetkisine bağlıdır. Cinsel saldırı suçları gibi insan onuru, vücut bütünlüğü ve cinsel dokunulmazlığa yönelik ağır suçlarda, iyi hal indiriminin uygulanması konusunda çok daha sıkı bir değerlendirme yapılması gerekir.

Yargıtay uygulamalarına göre, failin duruşmalarda saygılı davranması, sabıkasız olması, pişmanlık göstermesi, yargılamayı uzatıcı ve engelleyici tutum sergilememesi gibi unsurlar iyi hal indiriminin uygulanması bakımından dikkate alınabilir. Ancak yalnızca şekli davranışlar yeterli olmayıp, failin gerçekten olumlu kişilik özelliklerine sahip olduğunun ve bu durumun dosya kapsamı ile doğrulandığının açıkça gerekçelendirilmesi gerekir. Nitekim Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay, özellikle cinsel suçlar gibi toplumsal etkisi yüksek ve mağdur açısından derin travmalar yaratan suçlarda, iyi hal indiriminin gerekçesiz veya otomatik olarak uygulanmasını, adil yargılanma hakkı ve mağdur hakları yönünden sakıncalı bulmaktadır. Bu nedenle, cinsel saldırı suçu failine iyi hal indirimi yapılabilmesi için, somut olayda gerçekten bu indirimi haklı kılan nedenlerin varlığı açıkça ortaya konulmalı ve mahkeme kararında ayrıntılı olarak gerekçelendirilmelidir.

Cinsel Saldırı Suçunda Mağdur Şikayet İçin Hak Düşürücü Süreyle Bağlı mıdır?

Cinsel saldırı suçunda mağdurun şikâyet hakkı, suçun basit şekli ile nitelikli hali arasında ayrım yapılarak değerlendirilmekte olup, bu kapsamda hak düşürücü süre yalnızca şikâyete bağlı haller için geçerlidir. Türk Ceza Kanunu’nun 102. maddesinin 1. fıkrasında düzenlenen basit cinsel saldırı suçu, şikâyete tabi suçlardandır. Bu durumda, mağdurun 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 73. maddesi uyarınca, fiilin ve failin öğrenildiği tarihten itibaren 6 ay içinde şikâyet hakkını kullanması gerekmektedir. Bu süre hak düşürücü niteliktedir ve süresi içinde şikâyet edilmezse soruşturma ve kovuşturma yapılamaz; açılmışsa da dava düşer.

Buna karşılık, cinsel saldırı suçunun nitelikli halleri –örneğin cebir, tehdit, kamu görevi nüfuzu, silahla işlenmesi, mağdurun beden veya ruh sağlığının bozulması gibi durumlar (TCK m.102/2-5) – şikâyete tabi değildir. Bu tür nitelikli fiillerde kamu davası, savcılık tarafından resen yürütülür ve mağdurun şikâyeti aranmaksızın soruşturma başlatılabilir. Dolayısıyla, mağdur bu hallerde 6 aylık süre ile sınırlı olmaksızın her zaman başvuruda bulunabilir; ancak yine de dava zamanaşımı süresi geçmeden başvuru yapılması gerekmektedir. 

Cinsel Saldırı Suçunda Dava Zamanaşımı Süresi Ne Kadardır?

Cinsel saldırı suçunda dava zamanaşımı süresi, suçun temel veya nitelikli hal olup olmamasına, mağdurun yaşı ve suçun sonuçlarına göre değişiklik göstermektedir. Bu süreler, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 66. maddesi uyarınca belirlenir ve suçun gerektirdiği en ağır cezanın üst sınırına göre tespit edilir.

  1. Basit cinsel saldırı suçu (TCK m.102/1):
    Basit cinsel saldırı suçu, vücuda organ veya sair bir cisim sokulması niteliği taşımayan ve şikâyete bağlı olarak kovuşturulan bir suçtur. Bu suç için öngörülen cezanın üst sınırı 5 yıl hapsolduğundan, dava zamanaşımı süresi 8 yıldır (TCK m.66/1-d).
  2. Nitelikli cinsel saldırı suçu (TCK m.102/2-3):
    Nitelikli hallerde (örneğin organ veya cisim sokulması, birden fazla kişiyle işlenmesi, kamu görevinin kötüye kullanılması, silahla işlenmesi vb.) öngörülen ceza 10 yıldan 15 yıla kadar hapsolduğundan, dava zamanaşımı süresi 15 yıldır (TCK m.66/1-c).
  3. Mağdurun beden veya ruh sağlığının bozulması hâli (TCK m.102/5):
    Bu durumda ceza yarı oranında artırılmakta ve cezanın üst sınırı 22,5 yıla kadar çıkabilmektedir. Bu durumda dava zamanaşımı süresi 20 yıldır (TCK m.66/1-b).
  4. Cinsel saldırı sonucu mağdurun ölmesi hâli (TCK m.102/6 atfıyla TCK m.82):
    Bu hâlde suç, kasten öldürme ile birleştiği için müebbet hapis cezası gündeme gelir. Müebbet hapis cezalarında ise dava zamanaşımı süresi 20 yıldır.
  5. Mağdurun çocuk olması hâli: Eğer cinsel saldırı suçu çocuğa karşı işlenmişse, dava zamanaşımı süresi çocuğun reşit olduğu (18 yaşını doldurduğu) tarihten itibaren işlemeye başlar. Bu, mağdurun suçu uzun yıllar sonra fark etmesi veya açıklaması ihtimali gözetilerek getirilmiş bir koruma hükmüdür (TCK m.66/2). Sonuç olarak, cinsel saldırı suçlarında dava zamanaşımı süresi 8 yıl ile 20 yıl arasında değişmektedir ve somut olayın niteliklerine göre her bir dosyada ayrı ayrı değerlendirme yapılması gereklidir.

Cinsel Saldırı Suçlarında Görevli ve Yetkili Mahkeme

Görevli ve yetkili mahkemenin belirlenmesi, suçun niteliğine ve yaptırımına göre Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) ve 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun hükümleri çerçevesinde yapılmaktadır. Cinsel saldırı suçu, basit haliyle (TCK m.102/1) şikâyete bağlı olup cezası 2 yıldan 5 yıla kadar hapis cezasıdır. Bu hâlde görevli mahkeme Asliye Ceza Mahkemesidir. Ancak suçun nitelikli hali söz konusuysa (örneğin suçun birden fazla kişiyle birlikte işlenmesi, kamu görevinin sağladığı nüfuz kullanılarak işlenmesi, silahla veya mağdurun beden ya da ruh sağlığını bozacak şekilde gerçekleştirilmesi gibi(TCK m.102/3, 4 ve 5), bu durumda verilecek ceza 10 yıldan fazla hapis cezası olacağından Ağır Ceza Mahkemesi görevli olacaktır.

Görevli mahkemenin belirlenmesinde esas alınan düzenleme, 5235 sayılı Kanun’un 12. ve 11. maddelerinde yer almaktadır. Buna göre, “Kanunda aksine bir düzenleme bulunmadıkça, üst sınırı 10 yıldan fazla hapis cezası gerektiren suçlara bakmakla ağır ceza mahkemeleri görevlidir.”

Yetkili mahkeme bakımından ise Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 12. maddesi uyarınca, suçun işlendiği yer mahkemesi yetkilidir. Cinsel saldırı suçlarında suçun işlendiği yer, mağdurun rızası hilafına cinsel davranışların gerçekleştirildiği yer olarak kabul edilir. Eğer mağdurun beden veya ruh sağlığı bozulmuşsa, tedavi gördüğü yer de ayrıca yetki yönünden değerlendirilebilir.

Cinsel İstismar Suçu

Cinsel istismar suçu, Türk Ceza Kanunu’nda çocukların cinsel dokunulmazlıklarının korunmasını amaçlayan en önemli düzenlemelerden biri olarak yer almaktadır. Bu suç tipi, özellikle çocukların fiziksel, psikolojik ve cinsel bütünlüklerinin ihlali niteliği taşıdığı için hem ceza hukuku hem de çocuk hakları hukuku bakımından ayrı bir öneme sahiptir. Cinsel istismar, yalnızca fiziksel temasla sınırlı olmayıp aynı zamanda çocuğun cinselliğe konu edilmesi anlamına gelen her türlü davranışı da kapsar. Türk Ceza Kanunu’nun 103. maddesinde düzenlenen bu suç, çocukların yaşına, gelişim düzeyine, mağdur ile fail arasındaki ilişkiye ve eylemin niteliğine göre farklılık gösteren ceza hükümleri içermektedir.

Türk Ceza Kanunu’nun 103. maddesine göre, on sekiz yaşını doldurmamış her birey çocuk olarak kabul edilmekte ve bu kişilere karşı gerçekleştirilen cinsel nitelikli her türlü davranış cinsel istismar suçu kapsamında değerlendirilmektedir. Ancak bu suçun tespiti bakımından çocuğun yaşı ve davranışın niteliği büyük önem taşımaktadır. Özellikle on beş yaşını tamamlamamış çocuklara yönelik cinsel davranışlar, herhangi bir rıza unsuru değerlendirilmeden doğrudan cinsel istismar olarak kabul edilmekte; on beş yaşını doldurmuş ancak on sekiz yaşını henüz tamamlamamış çocuklara yönelik cinsel eylemler ise rıza aranmaksızın, cebir, tehdit, hile gibi unsurların varlığı hâlinde suç teşkil etmektedir. Nitekim kanun koyucu, çocukların gelişimsel özelliklerini dikkate alarak her yaş grubunu ayrı ayrı koruma altına almayı amaçlamıştır.

Cinsel istismar suçunun temel şekli, çocuğun cinsel amaçla istismar edilmesi şeklinde tanımlanmıştır. Ancak kanun metninde ve yargı içtihatlarında bu suçun sarkıntılık düzeyinde kalıp kalmadığı ya da vücuda organ veya sair cisim sokulmak suretiyle nitelikli hale gelip gelmediği ayrı bir değerlendirme konusu yapılmaktadır. Sarkıntılık olarak nitelendirilen eylemler, örneğin çocuğa bir kez dokunmak veya öpmek gibi davranışlar, daha düşük cezalarla karşılanırken; çocuğa karşı tecavüz niteliği taşıyan ve vücuda organ veya cisim sokulması şeklinde gerçekleşen fiiller ise nitelikli istismar olarak kabul edilmekte ve çok daha ağır cezalara tabi tutulmaktadır. Bu bağlamda, failin eylemi bir kerelik mi yoksa süreklilik arz eder nitelikte mi gerçekleştirdiği de ceza miktarını etkileyen önemli faktörlerden biridir.

Kanunda ayrıca cinsel istismar suçunu ağırlaştıran hâller de öngörülmüştür. Failin çocuğun yakın akrabası olması, kamu görevlisi sıfatıyla suistimalde bulunması, çocuğun bakım, gözetim ve korunmasından sorumlu kişi olması, suça birden fazla kişiyle iştirak edilmesi, suçun silahla işlenmesi ya da mağdurun fiziki ve ruhsal sağlığının bozulması gibi durumlar, verilecek cezanın artırılmasını gerektiren nitelikli hâller olarak düzenlenmiştir. Özellikle mağdurun 12 yaşından küçük olması hâlinde, fiilin niteliğine bakılmaksızın daha ağır yaptırımlar uygulanmaktadır. Suçun sonucunda mağdurun ölümüne veya beden ya da ruh sağlığının bozulmasına yol açılması durumunda ise faile ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilebilmektedir.

Cinsel istismar suçunun düzenlendiği TCK m. 103 hükmü kamu düzenine ilişkin bir suç tipi olduğundan, genel olarak re’sen soruşturulmaktadır. Ancak bazı hafif düzeydeki eylemler bakımından şikâyet koşulu aranabilmektedir. Failin çocuk olması durumunda ise hem mağdurun yaşı hem de failin cezai ehliyeti gözetilerek özel değerlendirme yapılmakta, Türk Ceza Kanunu’nun 31. maddesindeki yaş küçüklüğü hükümleri uygulanmaktadır.

Yargıtay kararlarında da cinsel istismar suçunun sınırlarının belirlenmesi, hangi davranışların sarkıntılık, hangilerinin basit ya da nitelikli cinsel istismar kapsamında değerlendirileceği yönünde içtihatlar geliştirilmiştir. Örneğin, ani ve kısa süreli fiziksel temasların sarkıntılık olarak, süreklilik gösteren eylemlerin ise daha ağır değerlendirilmesi gerektiği yönündeki kararlar, uygulamada hâkimlere önemli ölçütler sunmaktadır. Bu içtihatlar, failin kastı, mağdurun yaşı ve eylemin niteliği gibi hususlara göre suça ilişkin değerlendirmelerin netleşmesini sağlamaktadır.

Cinsel İstismar Suçunu Ağırlaştıran Haller Nelerdir?

Cinsel istismar suçu, Türk Ceza Kanunu’nun 103. maddesinde düzenlenmiş olup çocuklara karşı gerçekleştirilen cinsel eylemleri kapsamaktadır. Bu suç tipi, çocuğun cinsel dokunulmazlığına yöneldiği için son derece ağır ve hassas bir suç olarak kabul edilmekte ve bazı nitelikli hallerde cezanın artırılması öngörülmektedir. TCK m.103/3 ve devamı hükümleri, cinsel istismar suçunu ağırlaştıran bu halleri açıkça ortaya koymaktadır.

Türk Ceza Kanunu’nun 103. maddesinin 3. fıkrasına göre, cinsel istismar suçunun aşağıda sayılan şekillerde işlenmesi hâlinde verilecek ceza ağırlaştırılmaktadır.

Suçun Birden Fazla Kişi Tarafından Birlikte İşlenmesi

Türk Ceza Kanunu’nun 103. maddesinin 3. fıkrasında, çocuğa karşı işlenen cinsel istismar suçunun birden fazla kişi tarafından birlikte işlenmesi, suçun nitelikli ve daha ağır cezayı gerektiren hali olarak düzenlenmiştir. Bu hükümle, birden çok failin ortak hareketiyle gerçekleştirilen cinsel istismar fiillerinde, mağdurun uğradığı zarar ve maruz kaldığı psikolojik baskının boyutları dikkate alınarak daha ağır bir yaptırım öngörülmektedir. Birden fazla kişinin birlikte hareket etmesi durumunda, mağdurun direnme ve kendini koruma ihtimali ciddi biçimde azalmaktadır. Ayrıca suçun birden fazla fail tarafından gerçekleştirilmesi, bu kişilerin önceden planlama yapma, rol paylaşımı yoluyla eylemi organize biçimde gerçekleştirme ihtimalini artırmakta; bu da fiilin sistematik bir şekilde işlenmesi ve mağdur üzerindeki travmanın katlanması sonucunu doğurmaktadır.

Bu bağlamda, kanun koyucu söz konusu nitelikli hali düzenleyerek, organize ya da toplu şekilde işlenen cinsel istismar eylemlerinin hem suçun ağırlığı hem de mağdur üzerindeki derin etkileri bakımından daha sert cezai karşılık bulmasını sağlamayı amaçlamıştır. Uygulamada da mahkemeler, birden fazla failin cinsel istismar suçuna iştirak etmesi durumunda, eylemin birlikte ve eş zamanlı olarak mı yoksa ardışık biçimde mi gerçekleştirildiğini, failler arasında bir irade birliği bulunup bulunmadığını, suçun nasıl organize edildiğini ve mağdurun yaşadığı mağduriyetin boyutunu dikkate alarak değerlendirme yapmakta; bu nitelikli halin varlığı hâlinde temel cezanın artırılması yönüne gitmektedir. Böylelikle mağdurun korunması, caydırıcılığın sağlanması ve suçun ağırlığı ile orantılı bir ceza tayini hedeflenmektedir.

Suçun Kamu Görevinin Sağladığı Nüfuz Kötüye Kullanılarak İşlenmesi

Türk Ceza Kanunu’nun 103. maddesinin 3. fıkrası kapsamında, cinsel istismar suçunun kamu görevinin veya hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılarak işlenmesi, suçun nitelikli hali olarak kabul edilmiştir. Bu düzenleme ile, failin mağdurla arasında bulunan kamu görevi veya hizmet temelli ilişkinin sunduğu otorite ve güven ortamını istismar etmesi hâlinde cezanın artırılması öngörülmüştür. Devlet memuru, öğretmen, doktor, psikolog, sosyal hizmet uzmanı gibi meslek gruplarında yer alan kişilerin görevlerini yerine getirirken sahip oldukları konum, toplum tarafından hem saygı hem de güvenle karşılanan bir sorumluluk alanıdır. Bu nedenle, söz konusu görevi ifa eden kişinin, bu yetki ve güvene dayanarak çocuğa yönelik cinsel istismarda bulunması yalnızca mağdurun değil, aynı zamanda toplumun kamu otoritesine ve hizmet sunan kurumlara duyduğu güveni sarsmaktadır.

Bu tür eylemler, failin sahip olduğu sosyal ve hukuki statünün çocuk üzerinde bir baskı unsuru hâline gelmesi nedeniyle, istismarın gerçekleştirilmesini kolaylaştırmakta ve mağdurun direnme ya da yardım isteme kapasitesini önemli ölçüde sınırlamaktadır. Bu bağlamda kanun koyucu, kamu görevi veya hizmet ilişkisi içinde olan kişilerin bu konumlarını kötüye kullanmalarını daha ağır bir şekilde cezalandırmakta; söz konusu fiillerin kamu hizmeti etiğine, mesleki sorumluluğa ve toplumsal değerlere aykırı oluşunu dikkate alarak temel cezanın artırılmasını zorunlu kılmaktadır. Yargıtay da bu tür durumlarda failin göreviyle bağlantılı nüfuzu kullanmasının cezayı ağırlaştıran bir neden olduğunu kabul etmekte; cinsel istismarın kamu görevi ya da hizmet ilişkisi zemininde gerçekleşmesinin failin sorumluluğunu daha da ağırlaştırdığını açıkça ifade etmektedir.

Suçun Vasi, Eğitici, Öğretici, Koruyucu Aile, Bakıcı Ya Da Sağlık Hizmeti Veren Kişi Tarafından İşlenmesi

TCK m.103/3’te düzenlenen bir diğer nitelikli hâl ise, failin mağdurla arasında özel bir güven ilişkisi kurmaya dayalı bir sıfat taşıması hâlinde işlenen cinsel istismar suçudur. Bu kapsamda; vasi, eğitici, öğretici, koruyucu aile bireyi, bakıcı veya sağlık hizmeti sunan kişiler tarafından işlenen cinsel istismar fiilleri, mağdurun hem fiziksel hem de ruhsal bütünlüğünü ağır şekilde ihlal ettiği gibi, failin sahip olduğu özel konumu kötüye kullanması sebebiyle daha ağır bir cezai yaptırım gerektirir. Bu kişiler, mağdura karşı hem hukuki hem de ahlaki sorumluluğa sahip olan, çocuğun bakım, eğitim, tedavi veya gelişim süreçlerinde doğrudan etkili olan kimselerdir. Dolayısıyla bu ilişkiler, çocuğun güven duygusunun temelini oluşturur.

Failin bu güven ilişkisini istismar ederek çocuğa yönelik cinsel eylemlerde bulunması, mağdurun direnme kapasitesini en aza indirger; çocuğun suçun farkına varmasını, bunu yakınlarına ya da yetkili makamlara bildirmesini büyük ölçüde zorlaştırır. Kanun koyucu bu nedenle, söz konusu sosyal ve mesleki konumları istismar ederek işlenen cinsel istismar suçlarını nitelikli hâl olarak değerlendirmiştir. Bu tür fiillerin ispatı hâlinde, fail hakkında verilecek ceza, suçun temel şekline oranla artırılır. Yargıtay uygulamalarında da failin mağdurla arasında kurduğu güven ilişkisini kötüye kullanması, suçu daha da ağırlaştıran bir unsur olarak değerlendirilmektedir. Böylece hem mağdurun korunması hem de bu konumları istismar eden faillerin caydırıcı biçimde cezalandırılması amaçlanmaktadır.

Mağdurun Kendisini Savunamayacak Durumda Olması Hâlinden Yararlanılarak İşlenmesi

Türk Ceza Kanunu’nun 103. maddesinin 3. fıkrası uyarınca, çocuğun kendisini savunamayacak bir durumda bulunmasından yararlanılarak işlenen cinsel istismar suçu, suçun nitelikli hâli olarak düzenlenmiş ve faile verilecek cezanın artırılması öngörülmüştür. Bu hüküm, çocuğun fiziksel, zihinsel veya ruhsal açıdan savunmasız durumda olması hâlinde failin bu zafiyeti bilinçli bir şekilde suistimal etmesini daha ağır bir yaptırımla karşılamayı amaçlamaktadır. Mağdurun yaş küçüklüğü, zihinsel engellilik, hastalık, engellilik, şuur bulanıklığı, iletişim kuramama gibi nedenlerle kendisini koruyamayacak ya da maruz kaldığı durumu algılayamayacak hâlde olması, onun cezai korunma ihtiyacını artırmakta; bu tür durumlarda failin sorumluluğu daha da ağırlaşmaktadır.

Özellikle zihinsel engelli çocuklara ya da fiziksel olarak direnç gösterme gücü olmayan, ağır hasta veya gelişimsel bozukluk yaşayan mağdurlara yönelik cinsel istismar vakalarında bu nitelikli hâl sıklıkla gündeme gelmekte; failin mağdurun açıkça içinde bulunduğu zayıflığı kullanarak eylemi gerçekleştirmesi, sadece bireysel dokunulmazlığa değil, aynı zamanda insani değerlere ve toplum vicdanına da ağır bir saldırı olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle, kanun koyucu mağdurun içinde bulunduğu güçsüzlük hâlini cezanın artırılmasını gerektiren özel bir durum olarak değerlendirmiştir. Yargıtay uygulamalarında da mağdurun suça karşı koyma iradesini fiilen kullanamayacak bir durumda olması ve failin bu durumu bilerek suistimal etmesi hâlinde, suça dair kastın yoğunlaştığı ve cezai sorumluluğun ağırlaştırılması gerektiği yönünde kararlar verilmektedir.

Suçun Üstsoy, İkinci Derece Dâhil Kan Veya Kayın Hısımlığı İlişkisi İçinde Bulunan Kişi Tarafından İşlenmesi

Türk Ceza Kanunu’nun 103. maddesinin 3. fıkrası uyarınca, cinsel istismar suçunun mağdurun üstsoyu veya ikinci derece dahil kan ya da kayın hısımları tarafından işlenmesi hâli, suçun nitelikli ve ağırlaştırılmış şekli olarak düzenlenmiştir. Bu hükümle, failin mağdurla arasındaki akrabalık bağını ve bu bağdan doğan doğal güven ilişkisini istismar etmesi, yalnızca bireysel değil, aynı zamanda ailevi ve toplumsal düzlemde de ağır sonuçlar doğuran bir ihlal olarak değerlendirilmiş ve daha ağır bir cezai yaptırıma tabi tutulmuştur. Üstsoydan olan kişiler —örneğin anne, baba, dede— veya ikinci derece kan/kayın hısımları —örneğin amca, hala, enişte, kayınpeder— çocukla doğal olarak yakın, himaye edici ve koruyucu bir ilişki içinde bulunmakla yükümlüdür. Bu sorumluluk alanı içinde yer alan bir kişinin, bu güven ilişkisini cinsel istismar amacıyla kötüye kullanması, yalnızca çocuğun bedensel ve ruhsal bütünlüğünü zedelemekle kalmaz; aynı zamanda aile yapısını ve toplumun temel ahlaki değerlerini de sarsar.

Bu tür istismar eylemleri, mağdur açısından daha derin ve uzun süreli travmalara yol açmakta; failin aile içindeki konumu nedeniyle mağdurun yaşadığı olayları açıklaması veya yardım talebinde bulunması büyük ölçüde engellenmektedir. Failin aile bireyi olması hem istismarın ifşasını güçleştirmekte hem de mağdurun yaşadığı güven kaybını derinleştirmektedir. Bu nedenle, kanun koyucu mağdur ile fail arasında akrabalık ilişkisi bulunması ve bu ilişkinin istismar amacıyla kullanılması durumunda, temel cezanın artırılmasını öngörmüş; böylelikle hem mağdurun korunmasını hem de aile içi cinsel istismarın önlenmesini hedeflemiştir. Yargıtay da bu tür durumlarda failin aile içindeki konumunu mağdura karşı baskı ve nüfuz aracı olarak kullanmasını, suçu daha da ağırlaştıran bir unsur olarak değerlendirmektedir.

Suçun Evlat Edinen Tarafından İşlenmesi

Türk Ceza Kanunu’nun 103. maddesinin 3. fıkrası kapsamında, cinsel istismar suçunun evlat edinen kişi tarafından işlenmesi, suçun nitelikli ve cezayı ağırlaştıran hâli olarak düzenlenmiştir. Bu düzenleme ile, evlat edinen kişi ile çocuk arasında kurulan yasal ve sosyal ailenin, istismar amacıyla suistimal edilmesi hâlinde, failin yalnızca mağdura karşı değil, aynı zamanda evlat edinme kurumunun özüne ve hukuki amacına da ağır bir ihlalde bulunduğu kabul edilmiştir. Evlat edinme, çocuğun korunması, bakımı, eğitimi ve sağlıklı gelişiminin teminat altına alınması amacıyla oluşturulan bir kurumdur. Bu nedenle, evlat edinen kişinin sahip olduğu ebeveyn statüsünü kötüye kullanarak çocuğa yönelik cinsel istismarda bulunması, çocuğun güven duygusunu kökten sarsan, ağır ve onarılamaz travmalar doğuran bir eylem olarak değerlendirilir.

Evlat edinilen çocuk ile evlat edinen kişi arasında doğan bağ hem fiili hem de hukuki anlamda bir ebeveyn-çocuk ilişkisidir. Bu ilişki, çocuğun himaye altına alınmasını, sevgi ve güven ortamında büyümesini sağlamak amacı taşır. Ancak failin bu ilişkiyi cinsel istismar amacıyla kullanması, çocuğun korunma hakkına doğrudan bir saldırı niteliği taşır ve çocuğun yaşadığı mağduriyetin boyutunu katbekat artırır. Bu tür eylemlerde mağdurun hem fiziksel hem de psikolojik direnci büyük ölçüde kırılmış olur; ayrıca yaşanan olayın ifşa edilmesi, failin ebeveyn konumu nedeniyle daha da zorlaşır. Tüm bu sebeplerle kanun koyucu, evlat edinen sıfatıyla işlenen cinsel istismar suçunu, temel şekline göre daha ağır cezalandırmakta; failin suçu işlediği özel konumu, cezayı artırıcı bir unsur olarak düzenlemektedir. Yargıtay kararlarında da evlat edinme ilişkisinin doğurduğu sorumlulukların ihlaliyle gerçekleştirilen cinsel istismar fiilleri, en ağır yaptırımı gerektiren nitelikli suçlar arasında değerlendirilmektedir. 

Suçun silahla işlenmesi

Türk Ceza Kanunu’nun 103. maddesinin 3. fıkrası uyarınca, çocuğa karşı işlenen cinsel istismar suçunun silahla işlenmesi, suçun nitelikli ve cezayı ağırlaştıran hâli olarak kabul edilmiştir. Bu düzenleme ile, failin cinsel istismar eylemini gerçekleştirirken silah kullanması ya da mağduru silahla tehdit etmesi, mağdur üzerinde ciddi bir korku ve baskı oluşturduğu için daha ağır bir yaptırıma bağlanmıştır. Silahın varlığı, mağdurun direnme gücünü kırmakta, kaçma veya yardım isteme ihtimalini ortadan kaldırmakta ve failin suç üzerindeki kontrolünü artırmaktadır. Bu durum, mağdur açısından olayın yalnızca fiziksel değil, aynı zamanda yoğun bir psikolojik travma halini almasına yol açmaktadır.

Burada silah yalnızca ateşli silahlarla sınırlı olmayıp; kesici-delici aletler, patlayıcı maddeler, boğma araçları veya mağdura zarar verebilecek nitelikteki her türlü nesne silah kapsamında değerlendirilmektedir. Failin bu araçları doğrudan kullanması ya da mağduru bu araçlarla tehdit etmesi durumunda, suçun cebir ve tehdit boyutu ağırlaşmakta; mağdurun rızası fiilen ve hukuken ortadan kalkmaktadır. Özellikle çocuk mağdurlar söz konusu olduğunda, silahla yaratılan tehdittin etkisi daha derin olmakta; mağdurun yaşadığı korku, ilerleyen süreçte ruhsal bütünlüğünde kalıcı bozulmalara yol açabilmektedir.

Bu nedenle kanun koyucu, cinsel istismarın silahla gerçekleştirilmesini cezanın artırılmasını gerektiren özel bir hal olarak düzenlemiştir. Uygulamada Yargıtay da, failin mağdura karşı silahla gerçekleştirdiği tehdit veya fiili saldırı hâllerinde, suça ilişkin kastın yoğunlaştığı ve suçun toplumsal tehlikeliliğinin arttığı gerekçesiyle, cezanın alt sınırdan uzaklaştırılarak daha yüksek oranda belirlenmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Böylece mağdurun korunması, caydırıcılığın sağlanması ve ceza adaletinin temini hedeflenmektedir.

Cinsel istismar suçu sonucunda mağdurun beden veya ruh sağlığının bozulması

Cinsel istismar suçu sonucunda mağdurun beden veya ruh sağlığının bozulması, Türk Ceza Kanunu’nun 103. maddesinin 6. fıkrasında düzenlenmiş olup, suçun nitelikli ve cezayı artırıcı hali olarak kabul edilmektedir. Bu hüküm uyarınca, mağdurun istismar neticesinde kalıcı fiziksel zarar görmesi ya da ağır psikolojik travmalara maruz kalması hâlinde, faile verilecek cezanın artırılması zorunludur. Beden sağlığının bozulmasına örnek olarak kalıcı yaralanmalar, istem dışı gebelik, cinsel yolla bulaşan hastalıklar ya da organ hasarları gösterilebilirken; ruh sağlığının bozulması ise genellikle travma sonrası stres bozukluğu (TSSB), majör depresyon, anksiyete bozukluğu, intihar girişimi gibi ağır psikiyatrik durumlar şeklinde ortaya çıkmaktadır. Bu tür bozulmaların tespiti, mahkemeye sunulacak Adli Tıp Kurumu raporları veya uzman sağlık kurulu tarafından düzenlenen resmi raporlarla yapılmaktadır. Mağdurun ruhsal veya bedensel sağlığının zarar gördüğü ispatlandığında, mahkeme temel ceza üzerinden artırım yaparak daha ağır bir cezaya hükmetmekte; böylece mağdurun yaşadığı derin mağduriyet hukuken karşılık bulmaktadır. Bu düzenleme ile hem mağdurun korunması hem de suçun ağır sonuçlarının faile daha yüksek bir sorumluluk yüklemesi amaçlanmaktadır.

Cinsel İstismar Suçu Mağduru Maddi Manevi Tazminat İsteyebilir Mi?

Cinsel istismar suçu mağduru, maruz kaldığı eylem nedeniyle hem maddi hem de manevi zararlarını talep edebilme hakkına sahiptir. Bu hak hem Türk Borçlar Kanunu hem de Türk Medeni Kanunu çerçevesinde açıkça tanınmıştır. Türk Borçlar Kanunu’nun 49. maddesinde, hukuka aykırı ve kusurlu bir fiille başkasına zarar veren kişinin bu zararı tazminle yükümlü olduğu belirtilmiştir. Cinsel istismar suçu, mağdurun vücut bütünlüğüne, ruhsal sağlığına ve kişilik haklarına ağır şekilde zarar verdiği için, bu fiil neticesinde ortaya çıkan maddi ve manevi zararların tazmini hukuken mümkündür. Maddi tazminat, mağdurun tedavi giderleri, ilaç masrafları, hastane ve psikolojik destek hizmetlerine yönelik ödemeleri, eğitim ve iş gücü kaybı gibi doğrudan ekonomik kayıpları kapsar. Örneğin, mağdurun olay nedeniyle eğitimine devam edememesi veya iş hayatından uzak kalması gibi sonuçlar, ileride gelir kaybına yol açabileceğinden, bu tür zararlar da maddi tazminat kapsamında değerlendirilir.

Bunun yanında, cinsel istismar gibi insan onuruna doğrudan saldırı oluşturan suçlar, mağdurun sadece ekonomik değil, aynı zamanda derin psikolojik ve duygusal zararlar yaşamasına da sebep olur. İşte bu zararlar için mağdur, Türk Borçlar Kanunu’nun 58. maddesi ile Türk Medeni Kanunu’nun 24. ve 25. maddeleri çerçevesinde manevi tazminat talebinde bulunabilir. Manevi tazminat, mağdurun yaşadığı elem, acı, utanç, toplumdan dışlanma hissi, travma, güvensizlik, değersizlik duyguları gibi manevi zararları telafi etmeye yöneliktir. Özellikle çocuk mağdurlar açısından bu zararların etkisi daha uzun süreli ve derin olmaktadır. Mahkemeler, manevi tazminatın miktarını belirlerken istismarın ağırlığını, mağdurun yaşı ve psikolojik durumunu, olayın mağdur üzerindeki kalıcı etkilerini, failin kusurunun derecesini ve mağdurun yaşam kalitesindeki bozulmayı dikkate almaktadır.

Cinsel istismar mağduru bu tazminat taleplerini, ceza davası kapsamında katılan sıfatıyla doğrudan mahkemeye iletebileceği gibi, ayrı bir hukuk davası açarak da ileri sürebilir. Ceza mahkemelerinde açılan davalarda, mağdurun zararları yeterli şekilde tespit edilmediği takdirde, hukuk mahkemelerinde ayrıca tazminat davası açılması da mümkündür. Yargıtay kararlarında da mağdurun maddi ve manevi tazminat taleplerinin kabulü yönünde birçok içtihat bulunmaktadır. Dolayısıyla, cinsel istismar suçları sadece ceza hukuku yönüyle değil, özel hukuk bakımından da mağdura koruma sağlayan ve telafi imkânı sunan çok yönlü bir hukuki süreç doğurmaktadır. Bu bağlamda, cinsel istismara uğrayan mağdurların haklarının korunması ve zararlarının giderilmesi adına, tazminat talepleri önemli bir hukuki araç olarak kullanılmaktadır.

Cinsel İstismar Suçu Failleri Cezai İndirimden Faydalanabilir mi?

Cinsel İstismar Suçu Faili Etkin Pişmanlıktan Yararlanabilir Mi?

Türk Ceza Kanunu’nda cinsel istismar suçuna özgü olarak düzenlenmiş bir etkin pişmanlık hükmü bulunmamaktadır. TCK m.103’te yer alan düzenlemeler arasında, faile doğrudan etkin pişmanlık hakkı tanıyan bir hüküm yer almaz. Bu durum, suçun mağdur üzerinde derin ve kalıcı etkiler doğurması, toplumun ahlaki düzenine ve çocuğun korunma hakkına yönelik ağır bir ihlal teşkil etmesi nedeniyle bilinçli bir tercihtir. Zira failin, suç işlendikten sonra gösterdiği pişmanlık duygusunun, mağdurun uğradığı zararları telafi etmesi çoğu zaman mümkün değildir. Ayrıca cinsel istismara uğrayan çocukların çoğu, olayın ağırlığı nedeniyle psikolojik çöküntü yaşadığından, failin davranışlarının iyileştirici bir etkisi olması beklenemez.

Yargıtay da yerleşik içtihatlarında, çocuğa karşı işlenen cinsel istismar suçlarında etkin pişmanlığın uygulanamayacağını açıkça belirtmektedir. Ancak bazı istisnai durumlarda –örneğin, failin suçu soruşturma başlamadan önce yetkili makamlara bildirmesi ya da mağdurun zararlarını karşılaması– genel etkin pişmanlık hükümlerinin, suçun işleniş biçimi ve mağdurun durumu dikkate alınarak değerlendirilebileceği ileri sürülebilir. Fakat bu durumlar istisna niteliğinde olup uygulamada son derece nadirdir ve mahkemeler tarafından dikkatli şekilde değerlendirilir.

Cinsel İstismar Suçu Faili İyi Halden Yararlanabilir Mi?

Cinsel istismar suçu failinin “iyi hal” indirimi olarak bilinen takdiri indirimden (TCK m.62) yararlanıp yararlanamayacağı, suçun niteliği ve failin yargılama sürecindeki tutum ve davranışlarına göre mahkemece somut olay çerçevesinde değerlendirilir. Türk Ceza Kanunu’nun 62. maddesi, failin duruşmalardaki tutum ve davranışlarının olumlu olması, geçmişinde sabıka kaydının bulunmaması, suçu işlerken ki kast derecesi ve suçtan sonra gösterdiği pişmanlık gibi hususları göz önüne alarak cezada indirim yapılmasına imkân tanımaktadır. Ancak cinsel istismar suçu gibi, özellikle çocuğa karşı işlenen ve toplumda ciddi infial uyandıran ağır suçlarda, bu indirimin uygulanması çok hassas değerlendirmelere tabidir.

Cinsel istismar, çocuğun bedensel ve ruhsal bütünlüğüne doğrudan ve ağır şekilde zarar veren, uzun vadeli travmalar doğuran ve çoğu zaman mağdurun yaşamını derinden etkileyen bir suçtur. Bu nedenle mahkemeler, takdiri indirim uygularken son derece temkinli davranmakta, failin duruşmadaki sakinliği veya formal düzeydeki saygılı tavırlarını otomatik bir indirim sebebi olarak kabul etmemektedir. Yargıtay da bu konuda yerleşik içtihatlarında, cinsel istismar suçlarında “şekli” iyi hal göstergelerinin, failin kişiliği ve fiilin ağırlığı ile orantılı olmadığı takdirde indirime konu edilemeyeceğini açıkça belirtmektedir. Bu nedenle, yalnızca pişmanlık beyanında bulunmak ya da duruşmalara düzenli katılmak gibi sıradan davranışlar, takdiri indirim için yeterli sayılmaz.

Özellikle kamuoyunun hassasiyetle takip ettiği ve mağdurun çocuk olduğu cinsel istismar davalarında, mahkemelerin TCK m.62 uyarınca cezada indirim yapmaması yönünde artan bir eğilim mevcuttur. Nitekim Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay, bu tür suçlarda mağdurun üstün yararını ve suçun toplumdaki etkilerini göz önünde bulundurarak, iyi hal indiriminin istisnai hâllerde uygulanması gerektiğini vurgulamaktadır.

Cinsel İstismar Suçu Faili Zamanaşımından Yararlanabilir Mi?

Cinsel istismar suçu failinin zamanaşımından yararlanıp yararlanamayacağı, suçun işlendiği tarih, mağdurun yaşı ve suçun nitelikli olup olmadığı gibi unsurlara bağlı olarak değerlendirilir. Türk Ceza Kanunu’na göre zamanaşımı, suçun işlendiği tarihten belirli bir süre sonra dava açılmaması veya cezanın infaz edilmemesi hâlinde, devletin cezalandırma hakkının sona ermesini ifade eder. Ancak cinsel istismar gibi çocuklara karşı işlenen ve ağır sonuçlar doğuran suçlarda, zamanaşımı süreleri diğer suçlara göre farklılık arz eder ve daha uzun tutulmuştur. Bu konuda özellikle Türk Ceza Kanunu’nun 66. maddesi ve Ceza Muhakemesi Kanunu’nun ilgili hükümleri birlikte değerlendirilmelidir.

TCK m.66/1’de dava zamanaşımı süreleri genel olarak düzenlenmiş olup, çocuklara karşı işlenen cinsel istismar suçları genellikle 15 veya 20 yıllık zamanaşımı süresine tabidir. Ancak TCK m.66/2 hükmü uyarınca, mağdur çocuk olduğu takdirde, zamanaşımı süresi çocuğun ergin olduğu (18 yaşını doldurduğu) tarihten itibaren işlemeye başlar. Bu düzenleme, çocuğun olayın etkisinden kurtulması ve hak arama bilincine ulaşması için zaman tanımayı amaçlamaktadır. Örneğin, cinsel istismar mağduru bir çocuk 8 yaşında istismara uğramışsa, zamanaşımı süresi o çocuğun 18 yaşını doldurduğu tarihten itibaren işlemeye başlayacak ve o andan itibaren suçun niteliğine göre 15 veya 20 yıl içinde dava açılabilecektir.

Öte yandan suçun niteliği, örneğin nitelikli cinsel istismar (birden fazla kişi tarafından işlenmesi, silah kullanılması, mağdurun beden veya ruh sağlığının bozulması gibi hâller) olması durumunda, zamanaşımı süresi daha da uzamakta; hatta bazı istisnai hâllerde suç zaman aşımına uğramayacak düzeye gelebilmektedir. Yargıtay da bu konuda vermiş olduğu kararlarda, zamanaşımının başlangıcının çocuğun reşit olduğu tarih olarak alınması gerektiğini ve bu sürenin istisnai durumlarda kesintiye uğrayabileceğini belirtmektedir.

Cinsel İstismar Suçunun Faili de Bir Çocuksa Ne Olur?

Cinsel istismar suçunun faili de bir çocuk olduğu takdirde, durum hem ceza hukuku hem de çocuk koruma hukuku açısından özel ve hassas bir değerlendirmeyi gerektirir. Türk Ceza Kanunu ve Çocuk Koruma Kanunu birlikte uygulandığında, failin çocuk olması hâlinde cezai sorumluluğu yaşına ve gelişim düzeyine göre belirlenir. Türk Ceza Kanunu’nun 31. maddesine göre, 12 yaşını doldurmamış çocukların ceza sorumluluğu bulunmamaktadır. Bu yaştan küçük bir çocuk cinsel istismar fiilini gerçekleştirmişse, hakkında ceza davası açılamaz; ancak Çocuk Koruma Kanunu çerçevesinde koruyucu ve destekleyici tedbirler uygulanabilir.

Failin 12 yaşını doldurmuş fakat 15 yaşını doldurmamış olması hâlinde ise, işlediği fiilin anlam ve sonuçlarını algılama ve davranışlarını yönlendirme yeteneğine sahip olup olmadığı mahkeme tarafından değerlendirilir. Bu değerlendirme genellikle adli tıp kurumu veya çocuk psikiyatrisi uzmanlarının raporları ile yapılır. Eğer çocuğun algılama yeteneği gelişmişse ve davranışlarını yönlendirme kabiliyeti varsa, cezai sorumluluğu sınırlı olarak kabul edilir ve hakkında indirimli cezalar uygulanabilir. Ancak ceza verilse bile, çocuk failin korunması ve topluma yeniden kazandırılması esas alınır.

15 yaşını doldurmuş ama 18 yaşını doldurmamış çocuklar ise kural olarak cezai sorumluluğa sahiptir; ancak bu yaş grubundaki çocuk failler için de hem indirimli ceza hükümleri uygulanmakta hem de özel infaz rejimleri ve tedavi imkânları dikkate alınmaktadır. TCK m.31/3 hükmü gereğince bu yaş aralığında ceza verilse dahi, failin yaşı ve gelişim düzeyi dikkate alınarak cezada indirim yapılır.

Özetle, cinsel istismar suçunun faili de bir çocuksa, onun yaşı, psikososyal gelişimi, algılama yeteneği gibi unsurlar titizlikle değerlendirilir ve çocuk ceza adalet sistemine özgü ilkeler uygulanır. Bu kapsamda, çocuğun cezalandırılmasından çok, topluma yeniden kazandırılması, eğitilmesi ve yeniden suç işlememesi için rehabilite edilmesi amaçlanır. Ayrıca çocuk failin suça sürüklenmesine neden olan ailevi, çevresel ve sosyal etkenler de araştırılır ve gerekli sosyal hizmet müdahaleleri devreye sokulur. Ceza hukuku bakımından çocuklara özel düzenlemeler getirilmesi hem mağdurun hem failin üstün yararının dengeli biçimde gözetilmesini sağlamayı amaçlamaktadır.

Cinsel Saldırı Suçunda Mağdur Şikayet İçin Hak Düşürücü Süreyle Bağlı mıdır?

Cinsel saldırı suçu bakımından mağdurun şikâyet hakkı, suçun temel şekli ile nitelikli hali arasında ayrım yapılarak değerlendirilir. Türk Ceza Kanunu’nun 102. maddesinde düzenlenen cinsel saldırı suçunun temel şekli (örneğin vücuda organ veya cisim sokulmadan gerçekleştirilen eylemler), şahsi şikâyete bağlı bir suç olarak kabul edilmiştir. Bu durumda, mağdurun şikâyette bulunması ceza soruşturmasının başlaması için zorunludur ve TCK m.73 gereğince mağdur, fiilin ve failin öğrenilmesinden itibaren 6 ay içinde şikâyet hakkını kullanmalıdır. Bu süre bir hak düşürücü süre niteliğinde olup, süresi içinde kullanılmadığı takdirde fail hakkında soruşturma yapılamaz ve dava açılamaz.

Ancak cinsel saldırı suçunun nitelikli hâlleri söz konusu olduğunda —örneğin suçun birden fazla kişi tarafından birlikte işlenmesi, mağdurun beden veya ruh sağlığının bozulması, kamu görevinin kötüye kullanılması, silahla işlenmesi gibi durumlarda— suç re’sen soruşturulan suçlar kapsamına girer. Yani bu tür nitelikli fiillerde, mağdurun şikâyeti aranmaz; savcılık doğrudan soruşturma başlatabilir ve şikâyet süresiyle bağlılık söz konusu olmaz. Aynı şekilde, mağdur şikâyetinden vazgeçse bile, bu durum kamu davasının düşmesine neden olmaz.

Uygulamada bu ayrım oldukça önemlidir. Mağdurun yaşadığı travma nedeniyle gecikmeli olarak şikâyette bulunması hâlinde, suçun temel şekli söz konusuysa ve 6 aylık süre dolmuşsa, kovuşturma yapılamayabilir. Ancak nitelikli hallerde böyle bir süre kısıtlaması bulunmadığı için, suçun üzerinden uzun zaman geçse dahi yargılama yapılabilir. Bu nedenle, soruşturma makamları olayın niteliğini dikkatle değerlendirmeli ve suçun şikâyete tabi olup olmadığını doğru şekilde belirlemelidir. 

Cinsel İstismar Suçunda Dava Zamanaşımı Süresi Ne Kadardır?

Cinsel istismar suçunda dava zamanaşımı süresi, suçun mağdurunun çocuk olması nedeniyle özel bir koruma rejimine tabi tutulmuş ve Türk Ceza Kanunu’nun genel zamanaşımı hükümlerinden ayrılarak, daha uzun ve esnek bir süreyle düzenlenmiştir. Bu konuda temel hüküm, Türk Ceza Kanunu’nun 66. maddesinin 2. fıkrasında yer almaktadır. İlgili düzenlemeye göre, mağdur çocuk ise zamanaşımı süresi, mağdurun ergin olduğu yani 18 yaşını doldurduğu tarihten itibaren işlemeye başlar. Bu kuralın getirilmesindeki temel amaç, cinsel istismar gibi derin psikolojik etkiler bırakan suçlarda çocuk mağdurun hemen şikâyet edememesi, durumu bastırması veya utanç, korku gibi duygularla olayı uzun yıllar gizlemesi olasılığına karşı mağduru koruma altına almaktır.

Zamanaşımı süreleri, Türk Ceza Kanunu m.66/1 uyarınca işlenen suçun niteliğine ve öngörülen cezanın ağırlığına göre değişmektedir. Cinsel istismar suçlarında fail hakkında öngörülen ceza genellikle on beş yıldan fazla hapis cezası olduğundan, dava zamanaşımı süresi kural olarak 20 yıldır. Ancak suçun daha hafif şekli söz konusuysa —örneğin basit cinsel istismar— bu süre 15 yıl olabilir. Örneğin, 10 yaşında cinsel istismara uğramış bir çocuk için zamanaşımı süresi, mağdurun 18 yaşına girdiği tarihten itibaren işlemeye başlayacak; yani dava açma süresi, failin suçu işlediği tarihten değil, mağdurun erginliğe ulaştığı tarihten itibaren 15 ila 20 yıl olacaktır. Bu durumda mağdur, 38 yaşına kadar suç duyurusunda bulunabilir.

Ayrıca TCK m.66/3 hükmü uyarınca, dava zamanaşımı süresi içinde soruşturma ve kovuşturmaya ilişkin herhangi bir işlem yapılması hâlinde, zamanaşımı süresi kesilir ve işlem tarihinden itibaren yeniden işlemeye başlar. Bu durum da fail hakkında yapılan her adli işlemle birlikte zamanaşımı süresinin fiilen uzamasına ve suçun kovuşturulmasının mümkün kalmasına olanak tanımaktadır. Özellikle çok sayıda delil toplanan, kamuoyu tarafından yakından takip edilen veya mağdurun yıllar sonra ortaya çıktığı cinsel istismar davalarında bu kesintiler oldukça önemlidir.

Yargıtay’ın yerleşik içtihatları da bu doğrultudadır. Yüksek Mahkeme, mağdurun çocuk olduğu durumlarda, zamanaşımı süresinin mağdurun 18 yaşını doldurduğu tarihten itibaren başlatılması gerektiğini ve bu konuda hiçbir istisna olamayacağını vurgulamaktadır. Ayrıca, failin kamu görevlisi olması, suçu görev sırasında işlemiş olması, suçun silahla, birden fazla kişiyle ya da mağdurun ruh ve beden sağlığını bozacak şekilde işlenmesi gibi nitelikli hallerin varlığı da zamanaşımı süresinin hesaplanmasında belirleyici olmaktadır. Bu hallerde öngörülen ceza daha yüksek olduğu için, dava zamanaşımı süresi de daha uzun olmakta, 20 yıla kadar çıkmaktadır.

Cinsel İstismar Suçunda Görevli ve Yetkili Mahkeme Neresidir?

Cinsel istismar suçunda görevli ve yetkili mahkeme, suçun ağırlığı, mağdurun yaşı ve suçun işlendiği yer dikkate alınarak belirlenmektedir. Bu suç tipi, Türk Ceza Kanunu’nun 103. maddesi kapsamında düzenlenmiş olup hem temel hem de nitelikli halleri itibarıyla ağır ceza gerektiren fiiller arasında yer almaktadır. Bu nedenle, cinsel istismar suçlarına ilişkin davalar, kural olarak “ağır ceza mahkemelerinde” görülmektedir. Görevli mahkeme açısından temel ölçüt, suç için kanunda öngörülen hapis cezasının alt sınırıdır. TCK m.103 uyarınca düzenlenen cinsel istismar suçlarında öngörülen cezanın alt sınırı sekiz yıl ve üzeri olduğundan, bu suçlar 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluşu Kanunu’nun 12. maddesi gereği ağır ceza mahkemesinin görev alanına girmektedir.

Yetkili mahkeme ise, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 12. ve devamı maddelerinde düzenlenen genel kurallar çerçevesinde belirlenir. Yetkili mahkeme, suçun işlendiği yer mahkemesidir. Yani cinsel istismar suçunun fiilen gerçekleştiği yer, soruşturmanın başlatılacağı ve davanın görüleceği yargı çevresini belirler. Örneğin, bir çocuğun Ankara ilinde cinsel istismara uğraması hâlinde, yetkili mahkeme Ankara’daki ağır ceza mahkemesi olacaktır. Suç birden fazla yerde işlendi veya farklı yerlerde etkisi görüldüyse, bunlardan herhangi biri yetkili sayılır.

Öte yandan, mağdurun çocuk olması nedeniyle, bu tür dosyalar Çocuk Koruma Kanunu kapsamında değerlendirildiğinden, eğer ilgili adliyede “Çocuk Ağır Ceza Mahkemesi” kurulmuşsa, bu tür davalara özel ihtisas mahkemesi olarak Çocuk Ağır Ceza Mahkemeleri bakar. Bu mahkemeler, hâkimlerin çocuk suçları ve mağduriyeti konusunda uzmanlaşmış olduğu, pedagojik bilgiye sahip bilirkişilerin sürece dâhil edildiği özel yargılama mercileridir. Ancak her adliyede çocuk ağır ceza mahkemesi bulunmadığından, böyle bir mahkemenin olmadığı yerlerde dava, genel yetkili ağır ceza mahkemesi tarafından görülür.

Bu makalemiz ile birlikte Israrlı Takip Suçu başlıklı makalemizi de inceleyebilirsiniz.

Ayrıca, mağdurun veya sanığın yaşı, mağdurun korunma ihtiyacı, dosyanın niteliği gibi sebeplerle, bazı durumlarda dosya başka bir yer mahkemesine nakledilebilir. Bu durumda nakil kararı genellikle Yargıtay ya da Adalet Bakanlığı’nın ilgili birimleri tarafından verilir. Özellikle tarafların güvenliğinin sağlanması, kamu düzeninin bozulmasının önlenmesi veya yargılamanın daha sağlıklı yapılabilmesi amacıyla dosyaların yer değiştirmesi uygulamada görülebilmektedir.

Cinsel Dokunulmazlığa Karşı İşlenen Suçlar Hangi Delillerle İspatlanabilir? 

Cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlar –örneğin cinsel saldırı (TCK m.102), çocuğun cinsel istismarı (TCK m.103), cinsel taciz (TCK m.105) ve reşit olmayanla cinsel ilişki (TCK m.104) gibi suçlar– ispatı çoğu zaman oldukça güç, genellikle fail ile mağdur arasında geçen ve başkaları tarafından gözlemlenmeyen eylemleri konu alan suçlardır. Bu nedenle ceza yargılamasında klasik suç delillerine nazaran daha farklı bir değerlendirme süreci öne çıkar. Yargıtay, bu suç tiplerine ilişkin kararlarında, delil serbestisi ilkesini benimsemekte ve suçun her türlü delille ispatlanabileceğini kabul etmektedir. Ancak burada en önemli unsur, eldeki delillerin bir bütün olarak değerlendirilmesi, çelişkilerden arındırılmış şekilde birbirini desteklemesi ve özellikle mağdurun beyanlarının güvenilirliğidir.

Öncelikle belirtmek gerekir ki, cinsel suçlarda mağdur beyanı, diğer suç tiplerine göre çok daha belirleyici ve önemli bir delil niteliğindedir. Zira olayın mahremiyet içerisinde ve çoğu kez tanıksız bir şekilde gerçekleşmesi nedeniyle, mağdurun anlatımları çoğu zaman en güçlü başlangıç delili olarak kabul edilir. Ancak Yargıtay içtihatlarına göre, bu beyanların mahkûmiyet kararı verilebilmesi için mutlaka tutarlı, istikrarlı, çelişkisiz ve hayatın olağan akışına uygun olması gerekir. Mağdurun anlatımı, olayın oluş şekline, zamanına ve tarafların sosyal ilişkilerine uygunluk gösteriyorsa; sanığın savunmasıyla birlikte değerlendirildiğinde mantıklı bir bütün oluşturuyorsa, Yargıtay bu beyanların tek başına dahi mahkûmiyet için yeterli olabileceğini kabul etmektedir. Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun birçok kararında, “tek başına mağdur beyanı ile mahkûmiyet kararı verilebilmesi mümkündür, ancak bu beyanlar diğer delillerle desteklenmeli ve güvenilirliği sağlanmalıdır” şeklinde görüş bildirilmiştir.

Bununla birlikte, adli tıp raporları, psikolojik değerlendirme raporları, olay sonrası çekilen darp-cephe raporları, olay yeri inceleme raporları, elbiselerde tespit edilen biyolojik bulgular, vücut bütünlüğüne zarar veren bulgular (örneğin vajinal ya da anal yırtık, kızlık zarı yırtığı, sperma kalıntıları vs.), Yargıtay tarafından doğrudan suçun işlendiğine dair destekleyici fiziksel deliller arasında sayılmaktadır. Özellikle cinsel saldırı ve istismar vakalarında mağdurun bedeninde meydana gelen travmatik izler veya ruhsal bozukluklar, fiilin gerçekleştiğine dair en güçlü maddi delillerden biri olarak kabul edilir.

Bunlara ek olarak, tanık beyanları, olayın doğrudan gözlemlenmesi olmasa bile mağdurun olay sonrası ruh hali, davranış biçimi, ağlama, korku, içine kapanma, saldırganca tutum sergileme, intihar girişimi gibi olgulara tanık olunması halinde da hükme esas alınabilir. Bu tür dolaylı tanık beyanları, olayın gerçekleştiğine dair destekleyici bir fonksiyon üstlenebilir. Örneğin öğretmen, ebeveyn, doktor veya yakın çevreden bir kişi, mağdurun olay sonrası yaşadığı ruhsal çöküntüyü anlatabiliyorsa bu, özellikle çocuklara karşı işlenen cinsel istismar vakalarında önemli delil kabul edilmektedir.

Dijital veriler de cinsel suçların ispatında son derece önemlidir. Telefon mesajları, sosyal medya konuşmaları, WhatsApp yazışmaları, e-postalar ve sesli mesajlar, fail ile mağdur arasındaki ilişki biçimini, tehdit ya da rıza tartışmalarını, olayın öncesi ya da sonrasına ilişkin ipuçlarını ortaya koyabilir. Yine cep telefonu baz kayıtları, olay anında mağdur ve sanığın aynı yerde bulunup bulunmadığını ispatlamaya yarayabilir. Ayrıca güvenlik kameraları (özellikle otel, apartman, site, sokak ve iş yeri kameraları) da olay yerinde birlikte bulunulup bulunulmadığını, mağdurun istem dışı bir şekilde götürülüp götürülmediğini veya olay sonrası mağdurun tepkilerini ortaya koyabilir.

Cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçların ispatı bakımından bir diğer önemli husus, psikiyatrik raporlardır. Özellikle çocuğa karşı işlenen cinsel istismar suçlarında, mağdurun pedagog veya psikolog eşliğinde ifadesinin alınması ve yaşadığı travmanın etkilerinin uzman görüşleriyle ortaya konulması, mahkemece delil olarak değerlendirilir. Yargıtay, mağdurun olay sonrası yaşadığı ruhsal sarsıntıyı ortaya koyan raporları dikkate almakta ve bu durumun olayın gerçekliğiyle uyumlu olup olmadığını değerlendirmektedir.

Yargıtay uygulamasında dikkat çeken bir başka nokta da, sanığın savunmasının çelişkili olması veya mantıkla bağdaşmayan ifadelerde bulunması hâlinde, bu durumun da hüküm kurulurken aleyhine yorumlanabilmesidir. Ayrıca, failin mağdura yönelik geçmişteki tutum ve davranışları, daha önce benzer eylemlerde bulunup bulunmadığı gibi hususlar da mahkemeler tarafından göz önünde bulundurulmaktadır.

Sonuç olarak, cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçların ispatında aranan deliller klasik ceza yargılamasında olduğu gibi kesin ve mutlak biçimde somut olmak zorunda değildir. Delil serbestisi ilkesi geçerlidir ve hâkim, tüm dosya kapsamını değerlendirerek vicdani kanaatine göre karar verir. Ancak bu süreçte en önemli husus, eldeki tüm delillerin birbiriyle çelişmemesi, mantıkla ve hayatın olağan akışıyla örtüşmesi ve özellikle mağdur beyanlarının güvenilirliğinin sağlanmasıdır. Bu bağlamda, Yargıtay’ın da istikrarlı şekilde vurguladığı üzere, cinsel suçlar konusunda hem mağdurun korunması hem de masumiyet karinesinin ihlal edilmemesi amacıyla, delillerin objektif, çok yönlü ve dikkatli bir şekilde değerlendirilmesi gerekmektedir.

Ankara’da Cinsel Suç Davaları İçin Uzman Kadromuz

Cinsel suç davalarının hassasiyetinin ve gerektirdiği uzmanlığın bilincinde olan Aslan Duran Hukuk Bürosu, bu alanda size en yetkin hukuki desteği sunmak için hazırdır. Ankara cinsel suçlar avukatı arayışınızda, kurucu ortaklarımızdan Avukat Yasemin Berna Aslanbay‘ın bu alandaki derin bilgisi ve tecrübesiyle yanınızdayız. Ayrıca Ankara ceza avukatı kapsamında çok değerli çalışmalar yapan avukatımız bu konudaki hassasiyetinizi çok iyi anlayacaktır.

Büromuzu bu alanda farklı kılan en önemli unsurlardan biri ise, kurucu ortağımız Avukat Şerife Duran‘ın eski hakim kimliğidir. Yıllarca bu tür davalarda karar verici merci olarak görev yapmış olması, bir dosyaya hem iddia hem de savunma makamının gözüyle bakabilme yeteneği kazandırmıştır. Bir delilin mahkeme tarafından nasıl değerlendirileceğini, bir ifadenin ne gibi sonuçlar doğurabileceğini ve bir savunmanın nasıl daha ikna edici olabileceğini bilerek hareket etmesi, müvekkillerimiz için paha biçilmez bir avantajdır. Ankara ağır ceza avukatı arayışınızda sizlere gerekli desteği sunacaktır.

Çankaya‘da bulunan ofisimizle, cinsel suç davalarında adaletin tecellisi ve haklarınızın en üst düzeyde korunması için hizmet vermekteyiz. Çankaya cinsel suçlara bakan avukatlar veya Çankaya cinsel suçlar avukatı arayışınızda avukat kadromuzdan bilgi alabilirsiniz.

Sonuç

Cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlar, Türk Ceza Kanunu kapsamında “cinsel saldırı” ve “cinsel istismar” başlıkları altında ayrı ayrı düzenlenmiş olup; her iki suç tipi de bireyin bedensel ve ruhsal bütünlüğüne ağır şekilde zarar veren ve toplum vicdanında derin yaralar açan fiillerdendir. Cinsel saldırı suçu, mağdurun rızası dışında gerçekleştirilen cinsel davranışları kapsarken; cinsel istismar suçu özellikle çocuklara yönelik olup, çocuğun rıza gösterme ehliyetinin bulunmaması esasına dayanarak korunmasını hedeflemektedir. Bu bağlamda, failin mağdura yönelik her türlü cinsel eylemi, failin konumu, mağdurun yaşı, ruhsal ve fiziksel durumu gibi unsurlar dikkate alınarak nitelikli hâllere göre ağırlaştırılmış cezalara tabi tutulmaktadır.

Cinsel saldırı suçunda evlilik birliği içinde işlenme, mağdurun kendini savunamayacak durumda olması, failin kamu görevlisi olması, silah kullanılması ya da eylemin birden fazla kişi tarafından gerçekleştirilmesi gibi hâller cezanın artırılmasını gerektiren nitelikli unsurlar olarak öne çıkmaktadır. Aynı şekilde, saldırının mağdurun beden veya ruh sağlığı üzerinde kalıcı bir bozukluğa neden olması da temel cezanın artırılmasına sebep olmaktadır. Failin kamu gücünü, mesleki güven ilişkisini veya ailevi/sosyal bağları istismar ederek suçu işlemesi hâlinde hem cezai hem de etik anlamda çok daha ağır yaptırımlar söz konusudur. Öte yandan, evlilik içinde gerçekleşen cinsel saldırılar da açıkça suç olarak tanımlanmakta ve evlilik, cinsel rızayı mutlak biçimde ortadan kaldıran bir statü olarak kabul edilmemektedir.

Çocuklara yönelik cinsel istismar suçunda ise failin çocuğun yaşından, savunmasızlığından veya güven ilişkisine dayalı sosyal konumundan faydalanması hâlinde, ceza daha da ağırlaştırılmakta; failin üstsoy, öğretmen, bakıcı, sağlık görevlisi, vasi gibi sıfatlar taşıması durumunda suç nitelikli hâl kazanmakta ve yargı makamlarınca çok daha ağır değerlendirmeye tabi tutulmaktadır. Ayrıca mağdurun beden veya ruh sağlığının bozulması, ölümle sonuçlanması ya da gebelik gibi fiziksel sonuçlar doğurması hâlinde ceza oranı yarı oranında artırılmaktadır.

Hem cinsel saldırı hem de cinsel istismar suçlarında mağdurlar, maruz kaldıkları eylem nedeniyle hem ceza yargılaması kapsamında failin cezalandırılmasını talep edebilmekte hem de hukuk yargılaması yoluyla maddi ve manevi tazminat isteminde bulunabilmektedir. Suçun failinin çocuk olması hâlinde, failin cezai ehliyeti ve yaşı dikkate alınarak Çocuk Koruma Kanunu ve TCK’nın çocuklara özgü hükümleri çerçevesinde özel bir usul işletilmektedir. Aynı şekilde, failin etkin pişmanlıktan veya iyi hâl indirimi hükümlerinden yararlanabilmesi, olayın niteliğine, mağdur üzerindeki etkisine, failin yargılama sürecindeki tutumuna ve suçun işleniş biçimine bağlı olarak değerlendirilir.

Sonuç olarak, cinsel suçlar bireyin temel hak ve özgürlüklerine yönelen en ağır müdahaleler arasında yer almakta; bu nedenle gerek ceza hukuku gerekse medeni hukuk kapsamında çok yönlü bir koruma rejimiyle ele alınmaktadır. Mağdurun korunması, faillerin etkin biçimde cezalandırılması ve toplumun bu suçlara karşı bilinçlendirilmesi, sadece yargı organlarının değil tüm kamu kurumlarının ve toplumun ortak sorumluluğudur. Cinsel dokunulmazlık, insan onurunun ayrılmaz bir parçasıdır ve bu hakkın ihlali, yalnızca bireysel bir suç değil, aynı zamanda toplumsal bir yara olarak görülmelidir. Eğer siz veya bir yakınınız cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen bir suçla ilgili bir süreç yaşıyorsanız, geleceğinizi tesadüflere bırakmayın. Cinsel suçlara bakan avukatlarımız ve cinsel suçlar avukatı rolümüz ile  sizleri anlayacağız. Hukuki durumunuzu değerlendirmek ve haklarınızı korumak için uzman ekibimizle iletişime geçin.

Yasemin Berna Aslanbay

Avukat Yasemin Berna Aslanbay, 2015 yılında Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun olmuştur. Avukatlık stajını bitirmesinin ardından yaptığı mesleki faaliyetlerinin ardından Aslan & Duran Hukuk Bürosu kurucu avukatı olarak meslek hayatına devam etmektedir. Aynı zamanda Adalet Bakanlığı Arabuluculuk siciline kayıtlı arabulucudur. İş hukuku uzman arabulucusu olarak özellikle Ankara iş hukuku ve Ankara ticaret hukuku uyuşmazlıklarında arabuluculuk yapmakta olan Avukat Yasemin Berna Aslanbay evli ve 2 çocuk annesidir.

All stories by:Yasemin Berna Aslanbay

Leave a Reply